“İnsana aidiyetlik”, insanlıkça yaratılmış temel kabullerden biridir. Bir olgunun yâda durumun insana ait olduğu kabulü türsel bir yüceltme ve ötekileştirmedir. İnsanın inşasına yönelik bir-ilk adımdır. Bu bağlam gözetilerek insanın bilgi sınırları içersinde ; “inanma, insan hayatında ortaya çıkan bir olgudur”1 ve yine bu sınırlar içersinde “bu olgu apaçıktır.”2Buna ek olarak; “inanmanın insana özgü olmasının apaçıklığı bir kez kavranıldığında, bu olgunun başka türlü olamayacağı, istisnanın bulunmadığı kavranır.”3 Bu kavrayışla, inanma üzerine bir düşünme yolculuğuna çıktığımızda, sınırsız bir evrenle karşılaşmış oluruz. Bu evrende insanın temel ihtiyaçlarının olup olmadığı şimdiye ait bir bilgi içermez. Evren ısızdır. Bu ıssızlık çeperinde, Freud’un Totem ve Tabu4 adlı eseri bir ilk durak sayılabilir. Sayıltının, keyfiliği kaçınılmaz bir gerçek. Bu gerçekliği gözeterek öncelikle totem ve tabu kavramaları üzerinde durmak istiyorum.
Totem kavramı, “Genellikle, tehlikesiz ya da tehlikeli ve korkulan bir hayvan, daha seyrek olarak da bir bitki ya da bir doğa gücü(yağmur, su gibi) olup grubun bütünüyle özel bir ilişki içinde bulunur… Totem grubun atasıdır, sonra da onun koruyucu ruhu, iyilik yapıcısıdır... Toteme mensubiyet, gerek baba, gerekse de ana tarafından miras halinde geçer.” 5Anneden geçiş babaya göre eskidir. Totemin bütün inananlarıyla özel bir ilişkisi vardır. Ve her eşeyden önce inananlarının ilkidir. Bu ilklik, ilk olma bir başlangıç veya süreç olarak düşünülebilir. Bir mana da geist’tir. Kişi totemi atası olarak ya da yaşamının sonunda varacağı son nokta olarak formüle eder ya da edebilir. Bu topluluktan topluluğa, zaman ve mekân farklılıkları ile belirir. Totemin bulunduğu yer ve durumlarda yasalar totemin şekli ve özü itibari ile değil toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenir. Özel olarak, ensest tabusunu ayrı bir yerde tutmak gerekir. Freud’un da belirttiği gibi bu tabu bütün topluluklar için hemen hemen geçerli bir kuraldır.
Tabu kavramı da, tıpkı totem kavramı gibi bir sınırlılık alanı içinde düşünmemiz gereken bir kavramdır. “Tabu, sözcüğü Polinezyaca bir sözcüktür..karşıt iki anlamı vardır. Bir yandan, kutsal, kutsallaştırılmış anlamına; öbür yandan da korkunç , tehlikeli, yasak, kirli anlamına gelir...Polinezyaca da tabu sözcüğün karşıtı noa’dır;alelade, herkesçe erişilebilir,demektir.”6 Bu bağlamda, tabu kavramı sakınma kavramı ile düşünülebilir veya İslam retoriğinde “Allah korkusu” ile. Tabu sınırlamaları, "sırf ahlaksal ya da düşünsel yasaklardan ayrı şeylerdir. Bunlar bir tanrısal emirden olmayıp, kendiliklerinden zorlayıcıdırlar. Bunları ahlaksal yasalardan ayıran şey, kaçınılacak davranışları genel bir zorunluluk olarak ve bu zorunluluğun nedenlerini de belirterek kavrayan bir sisteme ait olmamalarıdır.”7
Bu bağlamda, inanma felsefesi açısından ad tabusunun bir kritiğini yaparak, inanmayı yaratan olgulara bir ışık tutmuş olabiliriz. Ad tabusu, birçok ilkel kavimde sıkça karşımıza çıkan bir durumdur. Freud kitabında bunu şu şekilde anlatmaktadır: İlkel insanlarda yasla ilgili adetlerin en gariplerinden ve aynı zamanda en öğreticilerinden biri de ölünün adını ağzına alma yasağıdır. Bu adet son derece yaygındır, çeşitli şekiller gösterir ve gayet önemli sonuçlar doğurmuştur.8
Ölünün adını ağza alma yasağına genellikle gayet sert bir şekilde uyulur. Nitekim bazı, Güney Amerika kabileleri, ölü akrabalarının adını huzurlarında ağzına almayı yaşayanlar için en ağır hakaret sayarlar ve bu hakaretin gerektirdiği ceza, adam öldürmeye verilen cezanın aynıdır.9 Bu yasağa yönelik çeşitli kolaylıklar ve yollar bulunmuştur. Örneğin, Afrika’daki Massai’ler, bu konuda çareyi, ölenin adını hemen ölür ölmez değiştirmekte bulmuşlardır. Ölenin adı artık korkusuzca söylenebilir, çünkü bütün yasaklar ancak onun eski adıyla ilgilidir. Böyle yapılınca ruhun, yeni adını bilmediği ve kendisinden söz edildiğini anlayamayacağı kabul edilir. Adelaide ve Encounter Bay’deki Avustralya yerlileri, ihtiyat tedbirini daha ileri vardırdılar: birisi ölünce, adları öleninkine benzeyen bütün kişiler, başka adlar alırlar. Bazen ölenin bütün akrabaları, ad benzerliği olup olmadığına bakmaksızın adlarını değiştirirler. Kuzey Amerika’da bazı Victoria kabilelerinde bunun böyle olduğu görülmüştür. Paraguay’daki Gayacuru’larda, kabile şefi, bu gibi acıklı durumlarda, bütün kabile üyelerine yeni adlar verir ve artık onlar hep bu adları kullanır ve sanki eskiden beri taşıyormuşçasına benimserler.10 Çünkü bu yasağı işledikleri takdirde gerek topluluk tarafından dışlanmakta gerekse de bugünkü deyim çatlamaya yol açmaktadır. Örneğin bir kadın ölmüş kocasını adını andığında kulübesine çekilmekte ve ölümünü beklemek gibi cezalara çarptırılmaktadır. Bu anlamda, ölmüş birinin adını anma trajik olaylara yol açması nedeniyle her zaman kaçınılmıştır.
Bundan başka, ölenin adı aynı zamanda bir hayvan, bir nesne, v.b için de kullanılan bir ad ise, bu kavimlerden bazıları, konuşma sırasında ölenin anısının canlanmasını önlemek üzere o hayvana y ya da o nesneye yeni bir ad vermeyi gerekli görürler. 11 Bu gibi durumlar dilde sürekli bir hareketliğe ve kelimenin tam anlamıyla dilde canlılık belirtilerine yol açmıştır. Özellikle o dönem misyonerlik faaliyetleri güdenler içinde ekstra bir güçlülüğe neden olmuştur. İlkel insan için, adın, temel bir kişilik parçası, önemli bir kişilik mülkü olduğu ve bütün somut anlamını kendinde taşıdığı düşünülürse, ad tabuları artık o kadar garip görünmez.12
Doğunun, kültürel kimliği üzerine düşündüğümüzde, bu tabunun hala yaşıyor olduğu sonucuna varmaktayız. Ad tabusu, doğu kültüründe(özellikle Ortadoğu) yeni doğan çocuğa ölmüşün adı konarak kendini göstermektedir. Bu şekilde ölen kişinin ölümsüzlük talebi karşılanmış olur. Kişinin yaşayanlara yapacağı olası kötülükler engellenir. Üstelik bu ad koyma seremonisi genelde kişi ölmeden de koyularak ölüme hazırlığı sağlanır. Öte yandan, İslam kültüründe ki Cin tabusu da, ad tabusuyla benzerlikler taşımaktadır. Bu kelimenin anılmasından doğan çekingenlikler çoğumuz için, her zaman yüz yüze kalacağımız bir olgudur. Üç defa cin kelimesi söylendiğinde kötü ruhların musallat olduğu fikri genel geçer bir kabul olarak din düşüncesin de yer işgal etmektedir. İnanmanın dil üzerine bu etkisi,
İNANMA, AD TABUSU VE DİL İLİŞKİSİ
İnanma insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Vazgeçilmezidir. İnsani yapıp etmenin ilk koşuludur. İnanma olmadan diye söze başlamak ne kadar zor ise, insan olgusunun varlık koşuluda inanma olmadan gerçekleşemez. Decartes’ın “düşünüyorum, o halde varım” adlı cogitosu inanma olmadan düşüne bilir mi! Dilin kurulumunda da inanma, varlığın var olduğunun bilincine varmada ki sav gibi çok özgün bir etkiye sahiptir. Dil bir anlaşma ise, inanmadan bağımsız nasıl düşünülebilir. Ad tabusuna ilişkin inanma da, dilin gelişiminde ve farklılaşmasında büyük bir etkiye sahiptir. Ad tabusu, her ne kadar Freud için, bu tabuya sahip kavimlerin gelenek ve tarihsel kalıntılara sahip olmamaları gibi bir ağır sonuca yol açtığı sonucuyla düşünülse de, dünya üzerindeki farklı dillerin ve bunlar arasında ki benzerliklerin veya farklılığı düşünmeye bir ışık tutmaktadır.
Ortak bir coğrafyaya sahip dillere baktığımızda pek çok ortak kelimeye sahip olduğunu görmekteyiz. Her ne kadar sosyal bilimciler bu benzerlikleri ticaret, mübadele ve göçlerle(dil veya kelime göçü) değerlendirse de, ortak bir atadan (Neanderthal insan) gelen insanlığın dilde bu kadar farklılaşmasına yeterli bir cevap olamamaktadır. Aynı zamanda, bazı bölgelerde bir nesnenin birden fazla anlama sahip olması da bu savı güçlendirmektedir. Örneğin, Arap yarım adasında Deve sözcüğünün 500 den fazla anlamı bulunmaktadır. Bu da gösteriyor ki, bu tabuya inanma hem dilin gelişmesine hem de dillerin doğuşuna neden olmuştur.
Benim iddiam insanlığın atası gibi dilinin de aynı ortak kökten geldiğidir. Ama bilinmeyene ilişkin düşünmeler ve yaşamlar bunu farklılaştırmıştır. Bu tartışma tabi ki daha kapsamlı bir tartışma ve okumayı gerektirmektedir. Ama diller arasında ki benzerliklerin, farklılıklardan çok daha fazla olduğu gözlemini de göz ardı etmiyorum.
Dipnotlar
1, Uluğ Nutku Ders Notları İnanmanın Olgu Alanı
2, Uluğ Nutku. a.g.e
3, U.NUTKU, a.g.e
4, Freud, Totem ve Tabu, Sosyal Yayınlar, Türkçesi: K.Sahir SEL
5, Freud, Totem ve Tabu, Sosyal Yayınlar, Türkçesi: K.Sahir SEL s.13
6, a.g.e s.35
7, a.g.e s.36
8, a.g.e. s.81
9, Frazer, Taboo s.353
10, Frazer, Taboo s.357
11, Freud, Totem ve Tabu, s.82
12, Freud, Totem ve Tabu, s.83
M.Şerif AKAYDIN Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Grubu Eğitimi
Categories: Mehmet Şerif AKAYDIN, philosophical writings