Jürgen HABERMAS


HABERMAS’IN FELSEFESİ
Özet
Bu çalışma Jurgen Habermas’ın bilim felsefeni anlamayı amaçlamaktadır. Habermas’ın bilimsel düşüncede felsefenin yerine ve bilimle bağlantılarına ilişkin çözümlemelerinin ışığında toplum kuramını inşa süreci tartışılacaktır. Ancak söz konusu kişi Habermas olunca felsefeyle sosyolojiyi birbirinden ayırmak daha da zorlaşmıştır zira bir Fransız felsefecinin “filozofların en sosyologu, sosyologlarınsa en filozofu olarak” tanımladığı Habermas toplumsal kuramını felsefe ile toplum bilimlerinin işbirliği üzerine kurmuştur. Bu nedenle Habermas’ın bilim felsefesini anlamak için Habermas’ın sosyolojisi de anlatılmaya ve bu ilişki tartışılmaya çalışılacaktır.

Anahtar Terimler
Habermas, Felsefe, Bilim, İdeoloji, Teknik, Kamusal Alan, Dil Pragmatiği, İletişimsel Eylem Kuramı, Radikal Demokrasi

Habermas 1929 yılında Düsseldorf’ta doğdu. Babasının Ticaret ve Sanayi odasının başkanı olduğu Gummer-Wachsen’de çocukluğunu geçirdi. Hitler faşizmi ve İkinci dünya savaşı sırasında varlıklı bir ailede doğmuş olması ülkesini çöküntüye götüren bu yılların sancısını yaşamasına engel olmamıştır. Nitekim kendisi bir röportajında “benim neslim özellikle de entelektüeller şu veya bu şekilde bir travma yaşadı. Kendisini apolitik sayan bu siyasal gelenek hakkında hissettiğim güvensizlik duygusu bu dönemde başlar” demiştir. Habermasın gerçek entelektüel hayatı Frankfurt’ta Adorno’nun asistanı olduktan sonra başlamıştır. Öncesinde 1949-1954 yılları arasında Gottingen ve Bonn da felsefe okumuş ve F.Schelling hakkında da bir doktora tezi hazırlamıştı. Frankfurt okuluna Yahudi olmayan tek kişi olarak adım atan Habermas o tarihten sonra bir düşünürün felsefesiyle siyasal düşünce ve duruşlarının ayrılamayacağını anlar ve Nazi Almanya’sının rektörlüğünü yapmış olan Heidegger ile bağlarını koparır. Habermas’ın felsefide hayatında ki bu değişikliklere paralel olarak zaman içinde değişir ve gelişir de. Sonrasında 1961 yılında Marburg'da doçent olur. 1961-1964 yılları arasında Heidelberg'de felsefe dersleri verir. 1964 yılında Frankfurt am Main Üniversitesi'nde felsefe ve sosyoloji profesörü olur.
Habermas’ın bu kısa öz geçmişi felsefesiyle sosyolojisinin neden ayrılamayacağının cevabını da verir. Frankfurt Okulunun ikinci dönem temsilcilerinden en ünlüsü sayılan Habermas’ın aklı ve akılcılığı sorgulaması pekte şaşırtıcı görünmemektedir. Kendisine özgü kavramlar ve kuramlar yumağı içinde ‘iletişimsel akıl’ kavramı temel ve stratejik bir yer işgal etmektedir. Alman düşünürün sistemine felsefi dayanak sağlayan kavramda budur Habermas, Kant’a kadar uzanan bir düşünce geleneği içinde ve çağdaş modernizim –postmodernizm tartışmaları çerçevesinde sadece felsefeyi değil sosyoloji, psikoloji, psikanaliz, antropoloji ve dil felsefesi gibi hemen tüm disiplinleri kullanarak özneler arası bir akıl ve akılcılık tanımı öngörür ve bunu da dil pragmatiği sayesinde temellendirir. O bütün disiplinleri kapsayıcı ve sentezci bir perspektif geliştirir. Kendi kuramını bir genel kuram ya da kuramların kuramı olarak yorumlayan düşüncelere de disiplinlerin bu günkü farklılaşma durumunda Marx’ınki gibi blok halinde bir teorinin mümkün olamayacağını ve kendi kuramının ancak klasik toplumsal kuramın devamı olabileceğini belirtmiştir. Habermas artık ne felsefi geleneğe özgü, katı bir teori kavramına ne de büyük harflerle yazılmış bir ‘gerçeğe’ inanmamaktadır.
Habermas bilgi teorisinde bilgi ve değerleri, aşkınsal bir öznenin zaman dışı başarıları olarak görmez, bilgi ve değerlerin insanlık tarihinin toplumsal evrimi bağlamında anlaşılabileceğini savunur. Bu anlamda, bilgi ve değerleri aşkınsal bir öznenin ahlaki ve doğal insanın başarıları olarak gören Kantçı geleneğe karşı, özgül bir insanlığın evriminin bir sonucu olan bilgi ve değerlerin tarihsel ve toplumsal şartlarının bilgiyle dönüştürülebileceği çağrısında bulunan Hegelci geleneğin yanında yer alır. Habermas’a göre felsefe günümüzde artık ‘mutlak’lardan, aşkın tözlerden ya da bir öznel bilinçten hareket eden bir zihinsel işlem olamaz. Varlık sorunu ve öznel bir bilince dayanan bilgi kuramı inandırıcı olmamış, metafizik tutarsızlıklar içinde ömrünü tamamlamıştır. Artık felsefe eskiden olduğu gibi sadece kendi araçlarıyla gerçeği bulmaya çalışan aşkın bir düşünce tarzı olmaktan çıkmış, farklı kökenli teorik parçaların mutlu uyumundan oluşan bir rasyonellik kuramı umuduyla yürütülen ve sonuçları da ‘bilincin yanlışlanabilir kılavuzluğu altında dolaylı bir şekilde test edilebilecek’ nitelikte bir gerçek arayışı haline dönüşmüştür.
Habermas kökeni Dilthey’e uzanan bir sınıflama çerçevesinde bilimleri pozitif bilimler ve manevi bilimler şeklinde ikiye ayıran düşünce geleneğini yeniden yapılandırmıştır. Bunlardan pozitif bilimler açıklamak ilkesine dayanırken, manevi bilimler de anlamak ilkesine dayanıyordu. İşte Habermas’ın bütün düşüncesi bilim anlayışının tamamen pozitifleştiği bir dünyada geçerliliğini yitirmiş görünen bu ayrımı, epistemolojik eleştiri ve sosyal gerçekler bağlamında tartışarak yeniden yapılandırmak ve işlevsel hale getirmektir. Çünkü Habermas’a göre açık ve bağımsız bir kamusal alanın ve onunla birlikte tüm özgürlüklerimizin ve sosyal devletin geleceği buna bağlıdır. Habermas bu yüzden önce pozitivizmle savaşmak zorunda kalmış, pozitivizmi çok sert eleştirmiştir ve pozitivizmi içsel düşüncenin inkârı olarak tanımlamıştır. Pozitivizme, ontolojik dogmalara ve araçsal akla yönelttiği eleştiriler sırf doğa bilimlerine ait olmamalarından da kaynaklanıyordu. Tarihsel ve yorumsal bilimler ontolojik bir ilkeye dayanmasalar ve evren, kozmos dışında yaşantılar ile ilgilenseler bile pozitif bilimlerle aynı metodolojiyi kullanıyorlar ve teorik bir yaklaşım içinde, düzenli, belli kanunları olan bir gerçeği betimlemeye çalışıyorlardı. Habermas’ın deyimiyle ‘tarihselcilik’ manevi bilimlerin pozitivizmi haline gelmişti. Aynı durum toplum bilimleri içinde geçerliydi araştırmayı değer yargılarından bağımsız yürütme pozitivizmin toplum bilimlerindeki yansımasıydı. Habermas pozitivizmi teorinin pratik düzeydeki etkinliğini sağlayan bir çıkar birliği olarak yorumluyordu ve bu derece etkin olmasını da bilim ve felsefe ile beşeri çıkarlar arasındaki gizli ilişkilerin çözümlenememiş olmasına bağlıyordu. Habermas bu nokta da felsefenin en temel misyonunun da anti-pozitivist eleştiri ve bilim kategorileri ile bunlara bağlı farklı nitelikteki çıkar tiplerini sergilemek olarak açıklıyordu.
Habermas bilimleri üç kategori halinde ele alıyor ve bunları farklı çıkar dayanakları ile birlikte betimliyor buna göre ilk olarak ampirik-analitik bilimler deneysel bilimler ve doğa bilimlerini kapsayan, temel önerileri araç gereç yardımıyla, kontrollü bir şekilde düzenlenen ve ileriye dönük öngörü ve başarı beklentileri içeren bilimlerdir. Bu bilimlerin dayandığı çıkarı da teknik çıkar olarak niteliyor söz konusu çıkar nesnelleştirilmiş süreçleri teknik olarak kontrole yönelten bilgi çıkarıdır diyor. Tarihsel-yorumsal bilimler ise Gaddamer’in felsefi hermeneutiğine dayanıyorlar ve bu bililerde olguların gözlemi değil anlamların anlaşılması, yorumlanması esas oluyor ve bu bilimler pratik bilgilenme çıkarına dayanıyorlar. Habermas üçüncü tür bilim kategorisine edim bilimleri diyor. Sosyoloji, ekonomi siyaset bilimini bu kategoriye dâhil ediyor ve ona göre bunlarda ampirik-analitik bilimler gibi kanun ya da nomolojik bilgi arıyorlar ve aynı nedenlerle çıkar ilişkilerinden bağımsız bulunmuyorlar. Fakat eleştirel bir yaklaşımla ve içsel düşünme yöntemini de kullanabilen bu bilimler sosyal ilişlilerin temelindeki karmaşık bilinç mekanizmalarını da ortaya koyabiliyor ve böylece ideolojik yapıların eleştirisinde rol alabiliyorlar. Habermas’ın eleştirel bilimler olarak kabul ettiği bu bilimler içsel düşünceyi kullanıyorlar ve özgürleştirici bilgi çıkarını temsil ediyorlar. Eleştirel bilimler, “kendi üzerine düşünme” bağlamında temellenir ve özgürleştirici bir bilişsel istem tarafından harekete geçirilirler. Habermas eleştirel bilimlere örnek olarak, Marksizmi ile Freud’un psikanalizini verir. Ona göre, psikanaliz, hem bir bilim dalı olarak“kendi üzerine düşünme imkânı" hem de bireylere kendi üzerine düşünüm fırsatı vermektedir. Habermas, psikanalizi, rüyalara, eylemlere işaret ederek, bireyin kendi gelişmesine bir engel olarak gördüğü şeylere neden olan etmenlerin sorgulandığı bir tür hermeneutik olarak değerlendirir. Analist ile analizan arasında bir yandan nedensel, yani bireyin şimdiki durumuna yol açan geçmişinin kendi-üzerine düşünümle belirlenmesi, öte yandan hermeneutik, yani analizanın analist yardımıyla kendi durumunu anlaması ve olumsuz durumdan özgürleşmeyle ilişkili bir ilişki vardır. Habermas psikanalizi Marx’ın toplum kuramıyla özdeşleştirir. Çünkü Ona göre Marx da esasta toplumun tarihi ve bugünü hakkında geleceğini de belirleyecek bir bilim türü geliştirmeye kalkışmıştı. Psikanalitik çaba, ampirik ve hermeneutik metotları kullanmakta, ancak bunları özgürleşim amacı için geliştirmektedir. Geçmişin bireyi nörotikleştirdiği (sınıflı toplumda “yabancılaşma” gibi) sanıldığından, bireyin ne olduğu ve ne olabileceği uğrakları arasında gerçekleştirilen eleştirel kendi üzerine düşünümde özneler, bugünü, kendilerini özgür bir şekilde biçimlendirecekleri sınıfsız topluma yönelik bir uğrak değerlendireceklerdir. Bu değerlendirmeyi mümkün kılan bilgi, eleştirel bilgidir.
Habermas'a göre, teknik çıkardan kaynaklanan ampirik-analitik bilimler nasıl ki teknik bir çıkarı gizliyorsa, pratik çıkardan kaynaklanan tarihsel-hermeneutik bilimler de pratik çıkar tarafından biçimlendirilmektedir. O zaman yapılması gereken bu bilimler tarafından gizlenilen ideolojik temelleri, pratik çıkarları ortaya serecek eleştirel bir bilim inşa etmek gerekmektedir. Bu da özgürleşim istemi kökeninden doğan eleştirel bir bilimin inşası ile mümkündür. Habermas, hem ampirik-analitik bilimlerin hem de tarihsel-hermeneutik bilimlerin sosyal gerçekliği ve nedensellikleri anlamada yetersiz olduklarını belirtir. Hermeneutik bilimlerin iktidar ya da hükümranlığın damgasını taşıyan yanlış bilinç biçimlerine ya da tahrif edilmiş iletişim formlarına karşı kör olduğunu ileri süren Habermas, ideolojileri anlamada ve onlara karşı çıkmada eleştirel yorum teorilerinin önemli olduğunu düşünür. Bu bağlamda Freudcu psikanalizi bir eleştirel teori için metodolojik bir başlangıç olarak ele alır. Hem Marksist ve hem de psikanalitik varyantlarıyla eleştirel yönelimli teoriler, hakimiyet ilişkilerini sürdüren ideolojilerden ya da gerçek hisleri dışa vuramayan hafif hasta durumlardan özgürleştirmeye dönük bir isteme ya da çıkara hizmet ederler. Habermas, bu durumda toplum eleştirisini bir iletişim teorisinde temellendirir. Toplum eleştirisinde kullanılan özgürlük, sorumluluk ve dayanışma gibi değerler "dil"de örtük olarak bulunmaktadır. Habermas'a göre dil, iletişimin dayandığı temel değerleri gözler önüne serer. Özneler arasında iletişim, insan toplumlarının zorunlu bir koşulu olduğu için bu değerlerin evrensel bir geçerliliğe sahip olmaları gerekir.
Habermas'ın bilgi kuramında önemli olan en önemli yan, özgürleşim istemi ve ya çıkarı kanalıyla aklın ve düşüncenin yerini yeniden diriltmek istemesidir. Toplumun rasyonel bir tarzda örgütlenmesinin gerekli şartı epistemolojinin toplumsal bir teori olarak kurulmasıdır. Ancak bu tek başına yeterli değildir. Aynı toplum Habermas'ın bakış açısına göre iletişimsel ussallık temelinde özneler-arası bir ortamda oluşacak ideal bir konuşma durumunda kurulmalıdır ki, yalan, mit, manipülasyon ve baskı karşısında aklı özgürleşim istemi temelinde örgütleyebilsin. Burada geçerken belirtilmesi gereken bir nokta da, özgürleşim isteminin aldığı temel biçimin teknolojik etkinliğin ve simgesel etkileşimin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak değişebildiğidir. Bu nedenle özgürleşim istemi ya da çıkarı diğer iki istemden farklı olarak dolaylıdır ve türevseldir.
Habermas aynı zamanda bilgilerimize kumanda eden çıkarları da kategorilendirir buna göre çıkarlar 1-çalışma ortamında 2-konuşma ortamında 3-hakimiyet ortamında oluşurlar. Bunlarda 1 teknik bilgi 2 yorum ve 3 analiz şeklinde olup davranışlarımızın çerçevesini çizerler. Habermas insanların doğanın bir parçası oldukları halde doğa içinde özerklik kazanan bir yönlerinin olduğunu belirtir ve ona göre bu özerkleşme durumu da ancak içsel düşünme sayesinde ‘aşkın düşünce çerçevesinin’ yani demin sıraladığımız üç türlü bilginin sınırlarının çiğnenemeyeceğinin bilincine vardığımız ölçüde mümkündür zira “içsel düşüncede, bilgi ve çıkar birbirleriyle karımış haldedirler.” Habermas’ın Platon’dan Husserl’e değin devam eden ve bilgilerimize egemen olan çıkarları görmemizi engelleyen ‘saf teori’ ye itirazı da burada temellenir. Çünkü saf teori özgür ve eşit bir diyalaoğun her yerde ve her zaman mümkün olabileceğini sanır; oysa böyle bir diyalog ancak tamamen özgürleşmiş toplumlarda gerçekleşebilir. Ve bu yanılsamanın sonucu olarak da saf teori bilinçaltına attığı dışsallığın tuzağına düşerek bir ideoloji niteliğine bürünür. Habermas’a göre bilgilerimiz kişisel davranışlarımızı meşru kıldıkları zaman rasyonelleştirme, kolektif olgu ve düşünceleri meşru kıldıkları zaman da ideoloji adını alır. İşte bu düşünce Habermas’ın ünlü ideoloji olarak teknik ve bilim adlı makalesinin de temelini oluşturur aynı zamanda.
Habermas bu makaleye Marcuse’le birlikte Weber’e yönelttiği eleştirilerle başlar. Weber’e göre geleneksel toplumdan modern topluma geçiş bir rasyonelleşme süreci şeklinde olmuştur. Bu rasyonelleşme toplumsal formasyonun iki kanadını da yani hem Pazar ekonomisi çerçevesindeki değişim ilişkileri olan sivil toplumu hem de bürokratik hâkimiyet ilişkilerini temsil eden devleti kapsamaktadır. Bilimsel ve teknik ilerlemenin kurumsallaşması ile ortaya çıkan bu rasyonelleşme süreci aynı zamanda geleneksel dünya imgelerinin büyüsünü kaybetmesi ve sekülerleşmesi anlamını taşır. Marcuse’e göre Weber’in rasyonelleşme olarak betimlediği modernleşme sürecinde asıl önemli olan olgu rasyonelleşme değil hakimiyet olgusudur. Weber’in rasyonelleşme dediği süreç, bağımsız ve tarafsız bir davranış şekli olmaktan uzaktır. Rasyonelliğin vurgulanması ile bazı kolektif çıkarlar göz ardı edilmekte ve hakimiyeti kurumsallaştıran işlev gizlenmiş olmaktadır. Oysa Habermas ve Marcuse göre çağdaş toplumlarda rasyonellik ve teknik hakimiyetin aracı olmaktan çıkmış, bizzat hakimiyet haline gelmiştir. Böylece üretim ilişkileri ile üretim güçleri arasında ki ilişkide değişmiştir. Bu yeni durumda üretim güçleri emek, bilim ve teknik artık sahte meşrulukları açığa çıkaran bir aydınlanma aracı statüsünden sıyrılıp, kendileri bir meşrulaştırma aracı haline gelmişlerdir. Marcuse bunu teknolojik rasyonallik olarak tanımlamaktadır. Ancak Habermas bu nokta da Marcuse’den de ayrılır ve gerek Weber’in rasyonelleşme anlayışına, gerekse Marcuse’nin rasyonelleşme eşittir hakimiyet fikrine karşı çıkarak onların bilim ve tekniğe dayanan rasyonalite şeklinin giderek yaşam dünyasının tarihsel bütünlüğüne dönüştüğü bir hayat biçimi şeklinde genişlediği gerçeğini göremediklerini belirtir ve onlarla arasındaki temel farkta ortaya çıkmış olur. Habermas bilimsel ya da teknik bilginin kendisinin formu gereği ideolojik olduğu temasını reddeder. Habermas Hegel ve Marx'ta emek ve etkileşim hakkındaki tartışmasını, bilgi kurucu istemler hakkındaki genel kavrayışına bağlayan görüşü de şekillenir buna göre, Karşı konulması gereken şey, teknik ya da araçsal aklın, rasyonalitenin tek biçimi olarak evrenselleştirilmesiydi. Ve bu sebeple de Weber’in rasyonelleşme dediği şeyi yeniden formüle eder. Bunun için de çalışma ve etkileşim arasındaki kökten farklılıktan yola çıkar. Çalışma veya “amaç-rasyonel eylem”, ya “araçsal eylem” ya “rasyonel seçim”dir ya da bu ikisinin bir kombinasyonudur.
Araçsal eylem, ampirik bilgiye dayanan teknik kurallara uyar. Bu kurallar, her defasında gözlenebilir fiziksel veya sosyal olaylar hakkındaki kesin öngörüler içerir. Bu öngörülerin isabetli veya yanlış oldukları meydana çıkabilir. Rasyonel seçim, analitik bilgiye dayanan stratejilere uyar. Bu stratejiler, öncelik kurallarının (değer sistemlerinin) genel düzenleyici ilkelerin türevlerini içerirler. Bu tümceler, ya “doğru” ya da “yanlış” olarak sonuçlanır.
Amaç rasyonel eylem, tanımlanmış hedefleri, verili koşullar altında gerçekleştirir; fakat araçsal eylem, gerçekliğin etkin bir deneyiminin kıstaslarına uygun olan ya da olmayan araçları organize ederken, stratejik eylem –yalnızca- olası davranış seçeneklerinin doğru bir değerlendirilmesine bağlıdır. İletişimsel eylem, simgelerle sağlanan bir etkileşimdir. Bu eylem, karşılıklı davranış beklentilerini tanımlayan -en azından- iki eyleyici özne tarafından anlaşılmış ve kabul edilmiş olması gereken, zorunlu ve geçerli normlara uyar. Toplumsal normlar, yaptırımlarla güçlendirilmiştir. Anlamları, gündelik dildeki iletişime yansır.
Bu doğrultuda "uzlaşım yönelimli" (iletişim yönelimli) eylemler ile "başarı yönelimli" (ussal amaç yönelimli) eylemler arasında çok temel bir ayrım yapmış; buna bağlı olarak da "stratejik eylemler" ile "araçsal eylemler" arasında ayrıca bir ayrıma gitmiştir. Araçsal eylemler her zaman için fiziksel dünyada gerçekleştirilen amaç yönelimli müdahalelerdir. Genellikle etkililikleri açısından değerlendirilirken, teknik kurallara bağlı olarak da betimlenirler. Buna karşı stratejik eylemler belli sonuçlar elde etmek için insanları etkilemeyi amaçlayan eylemlerdir. Aynı araçsal eylemler gibi stratejik eylemler de etkililikleriyle değerlendirilip, oyun kuramının sunduğu araçlar yanında ussal seçim kuramlarınca betimlenirler. Bu anlamda pek çok araçsal eylem aslında stratejik eylemdir de, buna karşı stratejik eylemlerden ancak kimileri araçsaldır. Öte yanda iletişimsel eylem, bütünüyle bağımsız ve ayrı bir toplumsal eylem türüdür . İletişimsel eylemin en son amacı başkalarını etkilemek olarak dile getirilemeyeceği gibi bu eylem türü sırf etkilemek yoluyla da gerçekleştirilemez. O nedenle daha çok dünyadaki herhangi bir şey üzerine uzlaşıma varma, bu konuda karşılıklı anlamaya ulaşma çabası olarak anlaşılması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında bütün eylem türleri eninde sonunda amaç yönelimli olmasına karşın, iletişimsel eylemde ulaşılmak istenen tek amaç, karşıdaki kişi ya da kişilerin yaşam dünyalarına değgin onlarla işbirliği yaparak beraber yürütülen yorumlama süreci yoluyla ortak bir anlayışa varmaktır. Böyle bir süreçte, yani iletişimsel olarak eylemde bulunurken, Habermas'a göre kişiler az ya da çok ortaya koydukları savların geçerli olduğunu kabul ederler; ayrıca her iki taraf da karşılıklı olarak kendi savlarının geçerliliğini kanıtlayacak nedenler göstermeye, gösterdikleri bu nedenler doğrultusunda savlarının geçerliliğinin sorgulanmasına izin vermeye hazırlıklı olmalıdırlar.

Habermas modern ussallık yapıları bağlamında, iletişimsel olarak karşılıklı anlamaya varma uğraşı içinde olan bireylerin kendi yorumlarını gerçekte üç temel "konuşma edimi"ne karşılık gelen dil pragmatiği aracılığıyla dillendirdiklerini savunmaktadır. Dil pragmatiği toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak olan iletişimsel aklın temel bileşenlerindendir ve özneler-arası bilinci oluşmasına kaynaklık eder. Buna göre konuşma edimi veya dil pragmatiği: 1) sabit, değişmez konuşma edimlerinde ileri sürülen doğruluk savlan; 2) düzenli konuşma edimlerinde ileri sürülen normatif doğruluk savları;3)dile getirmeci konuşma edimlerinde ileri sürülen doğruluk savlarından oluşur. Bu üstkuramsal ve yöntembilgisel düşünceler dışında İletişimsel Eylem Kuramı, bir ussallaştırma ve toplumsal ayrımlaşma sürecinin sonucunda ortaya çıkan modern toplum üzerine oldukça kapsamlı bir yorum sunar. Habermas'ın geliştirdiği özgün "söylem etiği" (iletişim etiği) onun iletişim kuramının ayrılmaz bir bileşenidir. Söylem etiğinin temelde yararcılık ile Kantçı etik kuramlarına karşı bir seçenek olarak geliştirilmiş; uzlaşım sonrası bir etik anlayışa karşılık gelen bir yaklaşım olduğunu söyleyen Habermas, bu yaklaşımın ana düşüncesinin birbiriyle çarpışan farklı savların geçerliliklerinin sınanabilmesine olanak tanıyacak bir uslamlama ilkesi geliştirmek olduğunu belirtmektedir. Habermas'a göre böyle bir ilke, ancak iletişim ile uslamlamanın genel pragmatik varsayımlarına bakılarak temellendirilebilecek bir ilkedir. İlkeyi temellendirirken Habermas'ın izlediği yol en genel anlamda şu biçimde özetlenebilir: Belli ifadeleri dile getirirken konuşmacılar en azından üstü örtük bir biçimde farklı türden geçerlilik savlarına başvurmaktadırlar. Bunlar sırasıyla "doğruluk savı", "normatif doğruluk", "içtenlik ya da dürüstlük" diye sıralanmaktadır. Bu geçerlilik savları aynı zamanda dışsal kısıtlamalardan kurtulmuş "ideal konuşma ortamı"nın da yeter koşullarını oluşturmaktadır
Habermas’ın ideal konuşma ortamının oluşması için ve özgürleşime giden yolu tamamlanma sürecinde çok özel bir atıfta bulunduğu diğer bir kavramı da “kamusal alan”dır. Kamuyu bir akıl yürütenler ya da rasyonel müzakereciler topluluğu olarak tanımlayan Habermas, kamusal alanı, özel şahısların kendilerini ilgilendiren ortak bir sorun etrafında akıl yürüttükleri, rasyonel bir tartışma içine girdikleri ve sonucunda o sorun hakkında bir ortak kanaati yani kamuoyunu oluşturdukları süreç, araç ve mekanların tanımladığı hayat-alanı olarak kavrar çıkış noktası olarak 18’inci yüzyılda Fransa’da kahvehanelerde geçen diyalogları kullanmıştır. Politik sorunların akılcı tartışıldığı yer halk alanıydı ki, burjuva kültürünün kahvehaneler, entelektüel ve edebiyat salonları ve yazılı basın gibi merkezler etrafında gelişmesiyle parlamenter demokrasi mümkün olabilmişti. Bu şekilde anlatılan "liberal" ya da burjuva siyasal kamusunun oluşum modelindeki serbest ve devlet müdahalesinden bağımsız bir fikir mübadelesi ilkesi, liberal ekonomi modelindeki serbest ve devlet müdahalesinden bağımsız mal mübadelesi ilkesine paraleldir ve ondan türetilmiştir. Habermas, siyasal kamusal alanın bu ilk biçimine çok önem verir ve siyasal kamusal müzakere alanının toplumun içinde onun kaynaklarını kullanarak onun kurumları aracılığı ile yürütüldüğünü yazar. Habermas'a göre, (sivil) toplumun kurumsal çekirdeğini "kiliselerden, kültür derneklerinden, tartışma kulüplerine, vatandaş forumlarına ve yurttaş inisiyatiflerinden meslek birliklerine, siyasal partilere, sendikalara ve alternatif kurumlara dek uzanan devlet-dışı ve ekonomi dışı gönüllü birliktelikler oluşturur. Bu birlikteliklerin oluşturduğu iletişim şebekesi içinde "toplumun tümü açısından önem taşıyan, sorunların çözümüne katkıda bulunan iyi sebepleri üreten ve kötü sebepleri değerden düşüren" kamusal tartışma yürütülür ve kamusal söylemler şekillendirilir. Bu şekilde (sivil) toplumun oluşturduğu kamusal söylemler, yönetsel iktidarı ikame etmeyen bir iletişimsel iktidar üretirler ve ancak bu yolla oluşturulmuş bir özneler-arası iletişimin ürünü olan demokrasi insancıl sayılabilir.
Habermas’ın bu radikal demokrasi anlayışı sınıfsal güçlerden soyutlanmış ve tartışma etiği üzerine kuruludur. Habermas radikal demokrasiye ulaşmanın olanaklı tek yolunun öznelliğin bilinç felsefesinden kurtularak her zaman için "özneler-arasındalık" doğrultusunda yol alan iletişimsel eylem paradigması olduğunu ileri sürmektedir. Buna bağlı olarak da çoğu postmodern düşünürün ileri sürdüğünün tam tersine, modernliğin henüz bütün olanaklarının tam anlamıyla araştırılmadığı düşüncesi temelinde, "bitmemiş bir tasarı" olarak bizi onu tamamlamaya ve araçsal akla dayanan sistemin yaşam dünyasını köleleştirme çabasına direnmeye davet eder.


KAYNAKÇA
ÇİĞDEM, Ahmet ; Bir İmkan Olarak Modernite ( İletişim Yayınları).
ÇAYLAK, Adem ; Özgürleşime Giden Yolda Bir Dönüm Noktasi: Jürgen Habermas (www.kafkaskamu.org)
HABERMAS, Jürgen ; Kamusal Alan ( çev; Nuran Erol, Birikim Dergisi, sayı:70 ,1995)
HABERMAS, Jürgen ; İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim (Yapı Kredi Yayınları).
HABERMAS, Jürgen ; Kamusallığın Yapısal Dönüşümü ( İletişim Yayınları).
HABERMAS , Jürgen, “Gadamer’in Hakikat ve Yöntem’inin Eleştirisi”, Hermeneutik ve Hümaniter Disiplinler, Der-Çev., Hüsamettin Arslan, Paradigma Yay.

HABERMAS, Jürgen,“Hermeneutiğin Evrensellik Talebi”, Hermeneutik ve Hümaniter Disiplinler, Der-Çev., Hüsamettin Arslan, Paradigma Yay.

GİDDENS, Anthony ; Sosyoloji (Ayraç Yayınevi)
TİMUR, Taner ; Habermas’ı Okumak (Yordam Kitap)