“Yeni Atlantis ve Bilim Teknoloji Ütopyalarının Günümüz Örneklerinden Venüs Projesi(Kaynak Bazlı Ekonomi)”

“Yeni Atlantis ve Bilim Teknoloji Ütopyalarının Günümüz Örneklerinden Venüs Projesi(Kaynak Bazlı Ekonomi)”

Özet
Ütopya sözcüğü, geçmişte ve bugün için var olmayan, yarına ilişkin olarak tasarlanmış olan ideal toplum veya devlet şekli anlamlarında kullanılır. Köken olarak Yunanca "yok/olmayan" anlamındaki ou, "mükemmel olan" anlamındaki eu ve "yer/toprak/ülke" anlamındaki topos sözcüklerinden türemiştir. Sözcük, ilk olarak, Thomas More'un 1516'da yazdığı De Optimo Reipublicae Statu deque Nova Insula Utopia veya kısaca utopia (u-topos) isimli kitabında kullanılmıştır. Bu çalışma da, ütopya kavramı ve türleri üzerine tartışmalar ve özel olarak Bacon’un Yeni Atlantis ütopyası ve günümüz bilim-teknoloji ütopyalarından Venüs projesi üzerine düşünmeler yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Francis Bacon, Ütopya, Yani Atlantis, Venüs projesi.
Abstract
The word utopia in the past and today that does not exist, for tomorrow is designed as the ideal form of society or government is used in meaning. Greek root as "no / not for" the ou, "is perfect for" the eu and "place / land / country" meaning is derived from the word topos. The word, first, Thomas said De Optimo Reipublicae Title More'un 1516'da or brief utopia deque Nova Insula Utopia (u-topos) is used in the book. In this study, and the types of discussions on the concept of utopia, and in particular, and our Bacon'un New Atlantis utopia of science-technology utopias do not think Venus will be on the project.
Key Words: Utopia, Francis Bacon, Nova Atlantis, Venus Project
1.Giriş
Ütopya kavramı bugün, gerçekleşmesi bugün için olanaksız veya gelecekte kurulacak muhtemel toplum tasarımlarıdır. Ütopyalar üzerine görüşler iki biçimde ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir kısmı özendirici, istenen nitelikte, diğer bir kısmı ise korkutucu ve ürkütücü ütopyalardır.
Olumlu ütopya(eutopia) olarak, düşünce tarihinde anılan ütopyalardan birincisi; Platon’un devlet ütopyasıdır. Platon, "devlet" adlı eserinde ideal devletin nasıl olması gerektiği hakkında düşüncelerini belirtmiştir. Bu devlette insanlar üç sınıfa bölünmüştür; Çalışanlar (çiftçiler, zanaatkârlar), bekçiler (askerler) ve yöneticiler(bilginler özellikle filozoflar). İşçi sınıfı çalışıp üretimde bulunarak devletin maddi ihtiyaçlarını karşılarken, bekçiler sınıfı toplum içinde güvenliği ve dışarıya karşı devletin varlığını savunur. Yöneticiler sınıfı ise devleti yönetir. Bu toplumda her sınıfın bir erdemi vardır. İşçi sınıfının erdemi kanaatkâr olmak, bekçi sınıfının erdemi cesaret, yöneticilerin erdemi ise bilgeliktir. Platon’un açtığı bu hayalî devlet anlayışı yolu, kendisinden sonraki ütopyacı ve devlet yöneticilerince örnek alınmıştır. Özellikle metinlerde ki diyalogların zenginliği, bugün bürokratik dile de kaynaklık eder.
Diğer bir olumlu ütopya örneği ise, Thomas More'un ütopya ülkesidir. Thomas More, eserinde hayalî bir devlet tasarımı ortaya koyar. Bu devlette özel mülkiyet yoktur ve yasaktır. Herkes devlet adına üretir ve değişim aracı(para) ihtiyaç olmadığından yoktur. Üretilenlerden herkes ihtiyacı kadar alır. Bireyler günde altı saat çalışır, geri kalan zamanlarını sanat ve bilimle uğraşarak geçirirler. Yöneticiler, tıpkı Platon’un ideal devletinde olduğu gibi, çok sıkı bir eğitime tabi tutulurlar. Bir diğer olumlu ütopya örneği de;Campanella’nın, güneş devleti adlı eseridir. Campanella’nın güneş ülkesinde her şey ortaktır. Özel mülkiyet ve aile yoktur; eşlerin seçimi yönetimce yapılır ve kent bir rahip tarafından adilce yönetilir. Kentte yaşayan herkes dört saat çalışır ve geri kalan zamanda sanat, eğlence, okuma, beden ve ruhları eğitme gibi zevk veren işlere ayrılır. Yöneticinin yetkisi mutlaktır ve adları güç, akıl ve sevgi anlamına gelen üç yardımcısı vardır.
Düşünce dünyasındaki sayılan olumsuz ütopya(distopia) örnekleri ise; Aldous Leonard Huxley’in "yeni dünya" ütopyası G. Orwell’in "1984" Ütopyası sayılabilir. Huxley’in Yeni Dünya adlı eseri bir bilim-kurgu özelliği taşır. "yeni dünya" da teknoloji çok gelişmiştir. İnsanlar suni yoldan üremektedir. Evlilik yoktur. İnsanlar çalışır ve eğlenirler. Hastalanma ve yaşlanma yoktur. Geçmiş, tüm değerleriyle yok edildiği için, geçmişi düşünme ve özlem duyma yoktur. doğal yaşamdan kopmayı dile getiren bu ütopya olumsuz ütopya örneklerinden ilkidir. George Orwell,1984 adlı eseri ise; despotizmin yâda zorbalığın egemen olduğu bir dünyayı tasvir eder. Bu ütopyaya göre, dünya eşit güce sahip üç bloğa ayrılmıştır. Yönetenler tek egemen güçtür. İnsanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiş, özgürlükler kaldırılmış, ahlâki ve insani duygular yok edilmiş, düşünme ve düşündüğünü söyleme yasaklanmış, yaşam tüm güzelliklerini yitirmiştir. Hiç kimse birbirine güvenememektedir. Çoğu kişiler casustur. En yakınlarını yönetime gammazlama bir ödev haline getirilmiştir. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir.
Ekonomi ütopyaları bir diğer ütopya türüdür. Marksist ve Sosyalist düşüncenin egemen olduğu bu ütopyalar ekonomik temellidir. Ekonomik ütopyalar sanayi devriminin yarattığı ekonomik koşulların bir sonucudur. Sanayileşmenin getirdiği sosyal karmaşa ve eşitsizlikler toplumsal bunalımlara ve çatışmalara neden olmuştur. Eşitsizlikler ve kapitalizmin özündeki buhranlar, bunların çözümüne yönelik düşünmelere ve çözüm arayışlarına yöneltti. Ekonomik ütopyalar malların eşit dağıtılması, paranın kaldırılması, insanların sevdikleri ve topluma yaralı işlerde çalışması ve onlara bilim ve sanatla ilgilenebilecek zaman ayırması gibi sosyal haklar temelinde oluşturuldu ve oluşturulmaya ve tartışılmaya devam edilmektedir.
Ütopyaların en eskisi ve en ulaşılmazı ise dini ütopyalardır. Dini temelli olan bu ütopyalar insanlık kadar bir tarihselliğe sahiplerdir. Bu ütopya örneklerini en belirgin olanları tek tanrılı dinler deki ; (İslamiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki )Âdem’in Bahçesi ve Cennet hakkındaki görüşlerdir Benzer şekilde Hindulardaki Moksha ve Budistlerdeki Nirvana kavramları da bir çeşit ütopya olarak kabul edilebilir. Yine yaşamdan sonrası fikrinin kendisi de, dini ütopyalar içinde değerlendirilir.
2.Bilimsel ve Teknolojik Ütopyalar ve Yeni Atlantis

2.1. Bilimsel ve Teknolojik Ütopyalar
Bilimsel ve teknolojik ütopyalar; orta çağ karanlığının bitişiyle yaşıt ütopyalardır. Ortaçağ karanlığının silimlenmesi ile birlikte geleceğe dair umutlar ve kurgular ütopyalarda mekân bulurlar. Tanrısal hükümranlığın sona ermesi ve yapıp-etmelerin insan kontrolü altında olduğu fikrinin yaygınlaşması ile birlikte bilim ve teknolojiye büyük beklentiler atfedildi. Ölümün ve acısının üstesinden gelineceği ve dünyayı kontrol edebilme hayallerinin süslediği bu ütopyalar, insan hakkında ki her şeyi değiştirmek üzere kurgulara sahiptir.
Bilim ve teknoloji el ele vererek insanların normal işlevlerini ve yaşam şekillerini tümden değiştirecek ve mükemmelliğin yolunu arayacaktır insan bu ütopyalarda. İnsanların zaman harcadığı, yeme, içme çalışma gibi yükümlükler mümkün olan en küçük zaman dilimine indirgenecektir. Evler mükemmelliğin ölçütünde dizayn edilecek, ulaşım gibi sorunlar ışık hızına varan bir noktaya getirilecektir. Bu planlanmış ütopyaların diğer şekilleri ise; olumsuz olanlarıdır. İnsanların teknolojiyle dengeyi doğanın dengesini bozması ve artan teknolojik gelişmenin yarattığı problemlere işaret etmektedir. Özellikle geçmişte adı bile duyulmayan, hastalıkları(kuş gribi, domuz gribi vs.) arttırmasını ve konvansiyel silahların üretilmesi gibi problemleri vurgulayan ütopyalardır.
2.2. Francis Bacon ve Yeni Atlantis
2.2.1. Francis Bacon
Francis Bacon 22 Ocak 1561'de Londra'da doğdu. Babası Sir Nicholas Bacon Kraliçe Elizabeth'in Mühür Lordu, annesi Ann ise Sir Anthony Cook'un kızlarından biriydi. Daha çocukken çok ciddi davranması nedeniyle Kraliçe Elizabeth, onu "Küçük Mühür Lordu" diye çağırırdı. Bir öyküye göre bir gün kraliçe kendisine kaç yaşında olduğunu sormuş. Bacon da "haşmetmeabınızın uğurlu saltanatından iki yaş daha genç" yanıtını vermişti.
1573 yılının Nisanında Cambridge Üniversitesi'ne gönderilmiş ve on altı yaşına kadar orada okumuştur. Öğrenimi sırasında Aristo felsefesinden hoşlanmamaya başlamıştı. "Filozofun değersizliğinden dolayı değil, felsefesinin verimsizliğinden, yalnızca tartışma ve kavgalara yol açmasından, insan yaşamı için yararlı yapıtlar yaratma bakımından kısır olmasından dolayı" beğenmediğini söylüyordu. Yaşamı boyunca hiç değiştirmediği bu kanısı, onun daha sonraki felsefi durumunu belirlemede önemli rol oynadı.
1576 Haziranında hukuk öğrenimini bitirdikten sonra "devlet yönetme sanatını" öğrenmesi için Fransa'ya gönderildi. Babasının öldüğü 1579 yılına kadar orada kaldı. Sonra İngiltere'ye dönerek avukatlığa başladı.1584'te Parlamento'ya girdi. Rüşvet almaktan yargılanıp suçlu bulununcaya kadar oradaki görevini sürdürdü. Güzel konuştuğu, arkadaşı büyük yazar Ben Jonson'un şu sözlerinden anlaşılıyor: "Hiç kimse ondan daha yalın, özlü ve anlamlı konuşmuyordu, ağzından hiçbir zaman anlamsız ve saçma bir söz çıkmazdı. Söylevlerinin her bölümünde ayrı bir güzellik vardır. Dinleyenler bir sözcüğünü bile kaçırmamak için öksürmezler ya da gözlerini ondan ayıramazlardı... Onu dinleyen herkes sözünü bitirecek diye korkardı."
Francis Bacon ve felsefesi, yeni bir dönemi müjdeliyordu. “Başkaları geçmişe özlemle bakıp batan bilgi güneşinin son ışıklarında ısınmaya çalışırken, o yeni ve daha da parlak bir çağın yaklaşmakta olduğunu sezmişti. Ona göre insanlığın özlediği cenneti, geçmişte değil, gelecekte aramalıydı. Platon'un ünlü benzetmesinde olduğu gibi karanlık bir mağarada arkalarını ışığa çevirmiş oturan ve önlerinde yalnızca gerçeğin gölgelerini izleyenlerin gözlerini ışığa çevirdi.
Eleştirileriyle geçmişin kurduğu dizgeleri yıktı, insan aklında doğmaya başlayan yeni düşünceleri dile getirerek bilgide yeni hareketin başarılı olmasını sağladı. Fakat Bacon, büyük ve tam bir felsefi dizge kurmuş bir kişi değildir, daha çok kendisinden sonra geleceklere felsefe ve bilim yolunu göstermiştir. Kendi döneminde bilimin bazı dallarındaki gelişmeleri bile iyice izleyememişti. "Dünyayı harekete getiren zihinleri o harekete geçirdi." Kendisi, "Ben yalnızca diğer zekâları bir yere toplamak için çanı çaldım" demektedir. Diğer bir yapıtında da "daha iyi ellerin çalabilmeleri için müzik aletlerini akort etmekle yetindiğini" söylüyor.
Bu bağlam da Bacon'ın ilk işi, zamanında egemen olan skolastik felsefeyle hesaplaşmak ve yıkmak olmuştur. 11'inci yüzyıldan 15'inci yüzyıla kadar egemen olan bu felsefe dizgesine göre gerçek zaten bulunmuş, İncil'de ve kilise toplantıları kararlarında bütün açıklığıyla yazılmıştı. “Skolastik dizge bu dinsel inançları kabul ediyor, mantık yoluyla bunları usa uygun bir biçime dönüştürmek, onlara bilimsel bir biçim vermek istiyordu. Amacı dinsel düşünceyi tümüyle mantığa uygun bir duruma getirmekti.” Ve Yeni Atlantis bu düşünü bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.
2.2.2. Yeni Atlantis
Bacon, döneminde özellikle, Aristokrasinin hüküm sürdüğü batı diye nitelendirdiğimiz dünyada, kitaplar hükümdarlara sunulur ve onların takdirleri kazanılır. Gerek metin içinde, gerekse de, kitabın sunuş kısmında, Bacon’ın arkadaşı Rawley’in hükümdarlarına olan bağlılıklarını ifade eden metin yer almaktadır. “Bu öyküyü, efendim, bir bilim kurumunun örneğini vermek amacıyla kaleme aldı. Süleyman Evi veya Altı Günlük İşler Koleji adını verdiği bu kurum doğayı anlamak ve insanlığa yararlı büyük ve harika yapıtlar oluşturmak için kurulmuştur. Efendim yapıtında bu bölümün sonuna gelmişti. Kuşkusuz örnek, içindeki şeylerin çoğu insanoğlunun gücü içinde olmakla birlikte, her bakımdan benzeri oluşturulamayacak kadar geniş ve büyüktür. Efendim aynı zamanda bu öyküde bir yasalar sistemi ya da en iyi devlet ve toplum biçimini yaratmayı düşünmüştü. Fakat bunun uzun bir yapıt olacağını görerek çok daha fazla sevdiği doğal tarihe gereç toplamak isteğiyle bu düşüncesinden vazgeçti. Guillelmus RAWLEY (1637)
Bacon, 1608 yılından itibaren yeryüzünde bir bilimsel keşif merkezi kurmak ve bu merkezin rahatça işleyişini destekleyecek ideal bir devlet tasarlamak istedi. 1614 ile 1618 tarihleri arasında kurguladığı ütopik çalışmasında bu isteğini gözler önüne serer. Bu bilim merkezine Solomon evi yada Altı Günlük İşler Okulu adını verir, bulunduğu adaya da Bensalem adını uygun görür. Bacon, yeni Atlantis’te Bensalem adasının yaşamını ve teknoloji ve bilim merkezi Solomon adasının tasvirlerini yapar.
Dünyanın uçsuz bucaksız denizlerinde, kaybolmuş ada Bensalem’e ulaşmalarıyla beraber gelişen olayların anlatıldığı yeni Atlantis’in ilk satırları şöyle başlar; “Tam bir yıl kaldığımız Peru'dan yelken açarak Güney Denizi* yoluyla Çin'e ve Japonya'ya doğru yola çıktık. Yanımıza on iki aylık yiyecek almıştık. Beş ay ve daha fazla doğudan, hafif ve zayıf olmakla birlikte, uygun rüzgârlar esti. Fakat sonra rüzgâr birdenbire döndü. Günlerce hep batıdan esti, bu yüzden az yol alıyor, bazen hiç alamıyorduk. Birkaç kez geri dönmek istedik. Fakat sonra güneyden doğuya doğru esen şiddetli bir fırtına çıktı. Bizi (bütün çabalarımıza karşın) kuzeye doğru sürükledi; bu sırada, tutumlu kullandığımız halde, yiyeceğimiz tükendi. Böylece dünyanın uçsuz bucaksız sularının ortasında yiyeceksiz kaldık. Kendimizi tükenmiş sayıyor, ölüme hazırlanıyorduk. Bununla birlikte gönüllerimizi ve seslerimizi "denizlerde harikalarını gösteren" göklerdeki Tanrı'ya yönelttik; onun acımasına sığınarak "nasıl başlangıçta denizin yüzünü açıp kuru toprağı gösterdiyse şimdi de bize ölmememiz için toprağı göstermesini" diledik. Gerçekten de ertesi gün akşamüzeri enginde kuzeye doğru yoğun bulutlar gördük. Bu bize karaya yaklaştığımız umudunu verdi. Çünkü Güney Denizi'nin bu bölümünün tümüyle tanınmamış olduğunu, orada şimdiye kadar bulunmamış adalara ve kıtalara rastlanabileceğini biliyorduk. Bunun üzerine rotayı kara gibi görünen yöne çevirdik ve bütün gece yol aldık. Ertesi gün şafak sökerken gözlerimizin önünde düz bir kara parçasının uzandığını gördük. Ormanlarla kaplı olduğu için daha da karanlık görünüyordu. Bir buçuk saat gittikten sonra iyi bir limana girdik. Burası çok büyük değilse de iyi yapılmış, denizden pek hoş görünen güzel bir kentti.”
Bensalem adası Hıristiyan bir devlet ve İsa’nın göğe yükselişinden yirmi yıl sonra bir mucize sonucunda Hıristiyanlığı benimsemiş bir topluluktur. Topluluğun ellerinde, Barthlomaeus aracılığıyla gelen saf İncil ve Tevrat’ın metinleri vardır. Yani onların elinde ki metinler saftır ve hiç değiştirilmemiştir. Dolayısıyla devlet görevlileri, İncil’in ışığında görevlerini yerine getirmektedir. Ada’da en büyük suçlardan ve etik bulunmayan davranış devlet görevlilerinin rüşvet ve kayırmacılık yapmasıdır. Bunun vurgulanması, kuşkusuz Bacon’un aynı nedenle suçlu bulunmasının etkisi büyüktür. Kendisinden sonra, Birleşik Krallıkta, savcıların maaşı, ihtiyacı olacak kadar planlanmış ve bu karar hala yürürlüktedir.
Bensalem toplumunun üyeleri çok nazik, konuksever ve geleneklerine sımsıkıya bağlı ve hükümdarlarına sadık bir toplulukturlar. Konuk olarak kabul ettikleri insanları, yabancılar evinde ağırlar ve tüm ihtiyaçlarını karşılarlardı. Bu yüzden birçok yabancı, adaya geldikten sonra bir daha geri gelmek istememektedir. Ayrıca, Bensalem halkı, Avrupa dillerini çok iyi konuşmakta ve Avrupa ve diğer ülkelere ilişkin siyasi ve coğrafik bilgiye sahiptirler. Dünya yüzünden kaybolmuş bir adada olmalarına rağmen, her şeyi bilme ve deneyimleme istekleri, özellikle doğanın gizemlerini bilme ve keşfetme arzularına, doğadaki her şeyi tanıma arzusuna sahiptirler.
Bacon, bu arzuların adanın ışığı dedikleri, Solomon Evi’nin kurulmasına neden olduğunu savunur. Bilme ve merak etme güdülerinin bilim ve felsefenin doğuşu olarak kabul eder. Solomon(Süleyman) evi; yapıtta Süleyman evini rahibinin ağzından şu sözlerle ifade edilir: “Kuruluşumuzun amacı olayların nedenleri ve gizli etkenlerle ilgili bilgi edinmek, olabilecek her şeyi yapabilmek için, insanın doğaüstündeki egemenliğinin sınırlarını genişletmektir. Hazırlıklarımız ve araçlarımız şunlardır: Bizim türlü derinliklerde geniş ve derin mağaralarımız var: En derini altı yüz kulaçtır, bunların bazıları büyük tepeler ve dağlar altında kazılmış ve yapılmıştır; dağın derinliğini ve tepenin derinliğini birlikte hesap ederseniz bunların bazıları üç milden fazla derindir. Çünkü biz düzlükten başlayarak bir dağın derinliğiyle bir mağaranın derinliğinin aynı şey olduğunu, her ikisinin de güneş ve gökyüzünün ışınlarından ve açık havadan aynı derecede uzak olduğunu anladık. Bu mağaralara biz 'aşağı bölge' diyoruz. Bunları cisimleri katılaştırmak, sertleştirmek, dondurmak ve korumak için kullanıyoruz. Bunları aynı zamanda doğal maden filizlerinin benzerlerini yapmak, kullandığımız ve yıllarca orada beklettiğimiz karışımlar ve gereçlerle yeni yapay madenler elde etmek için kullanıyoruz. Bazen de (bu garip görülebilir) hastalıkların iyileştirilmesi için ve orada kendi istekleriyle yaşamayı kabul eden kendi köşelerine çekilmiş insanların yaşamlarını uzatmak için kullanıyoruz. Bu kişilerin bütün gereksinimleri sağlanır ve gerçekten pek uzun zaman yaşarlar; biz de onlardan pek çok şey öğreniriz. Çinlilerin porselenlere yaptıkları gibi, biz de türlü balçıkları ayrı ayrı topraklara gömeriz; fakat bizde bunlar daha çeşitli, bazıları ise daha incedir. Aynı zamanda toprağı verimli kılmak için türlü türlü gübreler ve küfler kullanırız. Bizim büyük kulelerimiz var. Bunların en büyüğünün yüksekliği yarım mil kadardır. Bunlardan bazıları yüksek dağlar üzerine kurulmuştur. Böylece dağın da eklenmesiyle en yüksek kule, en aşağı üç mildir. Biz bu yerlere 'yüksek bölge' diyoruz. Yüksek yerlerle aşağı yerler arasındaki havayı 'orta bölge' sayarız. Bu kuleleri biz, yükseklik ve konumlarına göre, güneşlendirme, soğutma ve saklama için, aynı zamanda rüzgârlar, yağmur, kar, dolu ve sıcaklık gibi türlü hava durumlarını gözlemek için kullanırız. Bunların üzerinde, bazı yerlerde yalnızlığa çekilmiş kimseler yaşar. Ara sıra onları görmeye gider, neleri gözlemeleri gerektiğini öğretiriz.”
Solomon evi, toplumların bilimle gelişeceğinin inancının, Bacon’ca ifadesidir. Öncülü olan ütopyalarda, Tanrısal egemenliğin buyruğuna verilen insan yaşamının kontrolünün, Bacon da ilk defa bilimin hükümranlığına bırakılıyor. Bacon’a göre bilimin toplumsal ve demokratik bir kriteri vardır ve devletle kesintisiz bir işbirliğini gerektirir. Bilimsel buluşlar, bireysel değil toplumsaldır. Dolayısıyla devlet ve özel kuruluşlar, o dönem için aristokratlar ve kraliyet bilime destekte bulunmak zorundadırlar. Solomon(Süleyman Evi) Evi, bir bakıma bugünkü, bilimsel çalışma evlerinin (Nasa, üniversite v.b) öncülüdür.
2.2.3.Venüs Projesi
Zeitgeist(Zamanın Ruhu) ve Zeitgeist Addendum adlı iki belgesel filmle sesini duyuran Venüs projesi, başka bir dünya mümkün ve Venüs Projesi bunu sağlayabilir iddiasıyla Fütüristlerce dile getirilen bir gelecek projesidir. Belgesel filmlerde, mevcut ekonomik siyasal sistemi eleştiren ve bunlara alternatif model olarak sundukları Venüs Projesini sunan ve projenin aynı zamanda mimarı olan Jacque Fresco, kaynakların kıtlığına dayanan para bazlı ekonomi yerine kaynakların sınırsızlığına dayalı kaynak bazlı bir ekonomi ile çok daha iyi yaşayacağımızı ifade ediyor. Hırsızlığın, savaşın, silahların, yolsuzluğun, açgözlülüğün, açlığın ortadan kalkacağını ve temiz bir çevre, herkese eğitim ve sağlık hizmeti, herkese ev, güvenli bir yaşam vaat ediyor. Sınırların kalkacağı, tek bir dünya hükümetinin olacağı, kaynakların sınırsız olacağı bir dünya inşaa etme iddiasında olan proje aynı zamanda, kapitalist sistemin bu şekilde devam ettiği taktirde; üretimin robotların eline geçeceğini fakat asla üretimin tam kapasite ile yapılmayacağını ürünlerin yine para ile satılacağını fakat parası olan kimse kalmadığı için yağmaların, ayaklanmaların başlayacağını ve bunu askeri bir diktatörlüğün izleyeceğini iddia ediyor.
Belgeselin ikinci bölümünde Fresco, kendisini ve ütopyasını şu kelimelerle tanımlıyor: “Endüstriyel tasarımcı ve toplum mühendisiyim. Toplumla ilgileniyorum ve bütün insanlık için bir sistem geliştiriyorum. Hepsinden önce, yozlaşma parasal bir icattır, sapkın, insanların hayrı için olmayan bir davranıştır. İnsan davranışlarıyla uğraşıyorsunuz. Ve insan davranışları çevre tarafından belirleniyor. Anlamı, eğer Kızılderililerin yanında büyümüş bir bebek olsaydınız, başka bir şey görmemiş olsaydınız, onların değer yargılarına sahip olurdunuz. Uluslara, kişilere, çocuklarını yetiştiren ailelere, inançlarına ve ülkelerine kadar aynı şekildedir ve bunların bir parçası olarak hissederiz. Yerleşik olarak adlandırdıkları bir toplum kurdular. Şekillendirilebilir bir bakış açısı oluşturdular ve ebedi kıldılar. Bütün toplumlar oluşmuşken ve yerleşik olmamalarına rağmen, kurulu düzene engel olacak yeni fikirlerle savaştılar. Onları güçlü kılan hükümetleri desteklediler. Değişimci politikalar güden insanlar seçilmedi. İşlerine yarayacakları oraya koydular.
Toplumumuzdaki yozlaşmanın temellerini görüyorsunuz. Daha netleştirirsem, bütün milletler temelde yozlaştı, çünkü var olan kurumları desteklemeye yöneldiler. Milletleri alçaltmayı veya taraf olduklarını kastetmedim, fakat komünizm, sosyalizm, faşizm, serbest piyasa sistemi ve diğer tüm alt kültürler aynıdır. Esasen hepsi yozlaşmıştır. Sosyal kurumlarımızın en mühim karakteristiği, kendini koruma ihtiyacıdır. Bir şirketin, dinin veya hükümetin en başta gelen olayı, kendi kendini korumasıdır. Problemleri çözebilecek olan politikacılar değildir. Teknik olarak kapasiteleri uygun değildir. Problemlerin nasıl çözüleceğini bilmezler. Samimi olsalar bile, problemleri çözmeyi bilmezler. Arıtma tesislerini yapanlar teknisyenlerdir. Elektriği size sunanlar teknisyenlerdir. Motorlu taşıtlarınızı size veren, evinizin ısınmasını ve yazın serinlemesini sağlayan, sorunları çözen teknolojidir, politikacılar değildir. Politikacılar sorunları çözemezler, çünkü bunun için yetiştirilmemişlerdir. Çok az insan hayatlarımızı iyileştiren şeyin ne olduğunu durup düşünür. Para mı? Tabi ki değil. Kimse parayı yiyemez veya parayı depoya koyup arabayla gezemez. Politika mı? Politikacıların bütün işi yasalar çıkarmak, bütçe ayarlamaları yapmak veya savaş ilan etmektir. Din mi? Tabi ki değil. Din, ihtiyacı olanlara manevi teselli sağlamaktan başka, hiçbir işe yaramaz. Bizlerin insanoğlu olarak sahip olduğu gerçek ödül, hayatlarımızın güzelleşmesini sağlayan yegâne şey olan, teknolojidir.
Teknoloji nedir? Teknoloji bir kalemdir, haberleşebilmek ve iletebilmek için düşünceleri kâğıt üzerine aktaran. Teknoloji bir otomobildir, ayaklarınızın sunduğundan daha hızlı seyahat imkânı sunan. Teknoloji bir gözlüktür, ihtiyacı olanlara görme kabiliyeti sağlayan. Uygulanan teknoloji, insanların ihtiyaçlarının uzantısıdır. İnsanları angarya ve problemlerden kurtarır, insanın sarf ettiği emeği azaltır. Bugün ki hayatınızın telefon olmasa nasıl olacağını hayal edin veya bir ocağın veya bilgisayarın veya uçağın. Evinizdeki kullanıma hazır aldığınız her şey; kapı zilinden masaya, bulaşık makinesine, teknisyenlerin yaratıcı bilimsel zekâlarıyla üretilmiş olan teknolojidir. Para, politika veya din değil. Bunlar yanlış kurumlar. Milletvekilinize mektup yazmanız fantezidir. Size derler ki , "bir şey yapılmasını istediğinizde milletvekillerinize yazın".Washington'daki adamlar teknolojide çok ileri olmalılar, ya da insanlıkta, ya da suçu önlemede, insan davranışına şekil veren bütün etmenlerde. Milletvekilinize yazmak zorunda değilsiniz. Onlar ne tip insanlardır ki, o işi yapmak için tayin edilmişlerdir?
Gelecek büyük zorluklara sahip... Ancak politikacılardan yükselen soru şudur:"Proje kaça mal olacak?"Soru kaça mal olacağı değildir."Kaynaklara sahip miyiz?"Bugün elimizdeki imkânlar herkesi ev sahibi yapacak, dünya çapında hastaneler yapacak, dünya çapında okullar yapacak kadardır ve en iyi ekipmanlarla laboratuarlarda tıbbi araştırmalar yapmak ve eğitim vermektir. Her şeye sahibiz ama parasal sistemin içindeyiz ve parasal sistemin içinde çıkar vardır. Bencillikle birlikte çıkar düzenini yaşatan ana mekanizma nedir? Özündeki rekabetçiliği barındıran gerçek şey nedir? Yüksek verimliliği ve dayanıklılığı mı? Hayır. Tasarımında böyle bir şey yoktur. Kar amaçlı toplumuzda üretilen her şey kısa bir süre için dayanıklı veya verimlidir. Öyle olmasa, ortada bir yılda multi-milyon dolarları bulan otomobil servis endüstrisi olmazdı. Ne de üç aydan kısa sürede modası geçen elektronik malzemeler olurdu. Bolluk mu? Kesinlikle değil.
Bolluk, arz - talep dengesini bozan, olumsuz bir şeydir. Eğer bir elmas şirketi normalden10 kat fazla elmas bulursa, bu elmas arzının artmasına neden olur. Bu da elmasın fiyatının ve getirdiği karın düşmesi anlamına gelir. Gerçek olan; verimliliğin, sağlamlığın ve bolluğun, kar dünyasının düşmanı olduğudur. Bir cümleyle özetlersek; Kar oranlarını arttıran kıtlıktır. Kıtlık nedir? Ürünleri daha değerli kılmaya yarar. Petrol üretiminin yavaşlaması, petrolün fiyatını arttırır. Elmasın az bulunması fiyatını yüksek tutar. Kimberly elmas madeninde elmasları yakarlar. Karbon haline gelir. Fiyatlar yüksek kalır. O zaman, endüstri için yararlı bir durum olan kıtlık, gerçekten ya da manipülasyonla da olsa, toplum için ne anlama gelir? Anlamı; sağlamlık ve bolluk bu kar amaçlı sistemde asla ve asla var olamayacaktır. Bu sistemin doğasına terstir. Savaşsız ve yoksulluğun olmadığı bir dünya imkânsızdır. Teknolojide sürekli artan bir ilerleme imkânsızdır. Etkinliğine ve üretkenliğine rağmen. En dramatik olansa, insanlardan, gerçekten ahlaklı ve makul davranmalarını beklemek imkânsızdır.
İnsan doğası mı, insan davranışı mı? İnsanlar içgüdü kelimesini kullanırlar çünkü davranışı önemsemezler. Otururlar ve eksik bilgi ile değerlendirirler ve şöyle şeyler derler: "insanlar kesin bir yol çizdiler", "hırs doğal bir şeydir". Sanki yıllarca üzerinde çalışma yaptılar. "Elbise giymek kadar doğaldır." İstediğimiz ise, problemlerin sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Açgözlülüğü, bağnazlığı, önyargıları ve birilerinin sırtından geçinmeyi, elit grupları ortadan kaldırmak. Hapishanelere olan ihtiyacı ortadan kaldırmak ve refah sağlamak. Bu sorunlar daima vardı, çünkü daima kıtlık içinde yaşadık ve kıtlığı yaratan para sistemiyle. Eğer sosyal saldırganlaşmayı yaratan koşulları tamamen yok ederseniz, var olamaz. Adamın biri diyor ki: "Dinleyin, bunlar doğuştan mı?" Hayır değil. İnsan doğası yoktur, insan davranışları vardır ve tarih boyunca değişim göstermiştir. Bağnaz olarak, açgözlü olarak veya kin dolu olarak dünyaya gelmediniz. Bunları toplumdan aldınız. Savaş, yoksulluk, açlık, mutsuzluk, insanların ızdırabı, parasal düzende değişmeyecektir. Olursa da çok az önem taşıyan değişimler olacaktır. Ben, kültürümüzü ve değerlerimizi, Dünya'nın taşıyabileceği kapasite doğrultusunda yeniden tasarlamaktan bahsediyorum. Dünya’yı bazı insanların fikirlerine veya bazı politikacıların söylemlerine göre şekillendirmekten, ya da dinsel heveslerin, insan sorunlarına çözüm getirmesinden değil. "the Venus Project" bunun hakkındadır. Venüs toplumunda, hapsetme, hapishaneler, polis zulmü ve yasalar gibi bütün eski batıl inanışlardan kurtulmuştur. Bütün yasalar kalkacaktır ve meslekler olmayacaktır, brokerlar ve bankacılar, reklamcılık olmayacaktır. Bitecekler! Sonsuza kadar!”
Venüs projesin de; “şehirler iç içe geçmiş çemberlerden oluşuyor. En dışta tarım alanları ve onun etrafında bir su kanalı, içe doğru gittikçe dinlenme alanları, parklardan oluşan çember, ardından küçük göletlerle çevrili evlerin bulunduğu çember, ardından şehrin sosyalleşme alanları, en içte ise büyük bir kubbe ile onu çevreleyen 8 küçük kubbe var. Küçük kubbeler kütüphane, konservatuar, tiyatro, araştırma merkezi, konferans salonu... görevleri görecekler, merkezdeki büyük kubbe ise alışveriş merkezi, okul, hastane gibi yerlere ev sahipliği yapacak. Evlerin ihtiyaçları otomatik olarak merkeze bildirilecek ve ihtiyaçlar evlere tabiki ücretsiz olarak dağıtılacak.
Kısaca: Üretimi robotlaştırıp insanların bütün ihtiyaçlarını bedava sağlama imkanının bulunduğunu, fosil yakıtlardan kurtulup tüm dünyada ulaşılabilen yenilenebilir yakıtlarla bedava enerji üretmenin mümkün olduğunu, teknoloji sayesinde kaynaklarımızın artık tüm ihtiyaçları karşılar noktada olduğunu iddia edip; yeni bir medeniyetten kurulabileceğini savunuyor. Sonuç olarak; sistem, devrimle değil evrim ile değişecek.

Sonuç olarak; Ütopya, köken olarak “yok” olana göndermede bulunuyor olsa da, insanın düştüğü bunalım dönemlerinin de, yaşama dair en büyük umuttur. İster teknolojik-bilimsel isterse, din veya ekonomi ile adlandırılsın insanlık daima ütopyalar muhtaçtır ve muhtaç kalacaktır. Ütopyaların yazılmadığı bir dünya şüphesiz, distopia’nın(kötü ütopyaların) kazandığı ve insanlığın kaybettiği bir dünya olacaktır.


Kaynaklar

1. Nova Atlantis, Yeni Atlantis, Francis Bacon, Humanitas, Yunan ve Latin Klasikleri, çeviren: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi:312, Humanitas Dizisi:14
2. Francis Bacon Yeni Atlantis İngilizceden çeviren: Hâmit Dereli Yayına hazırlayan: Egemen Berköz, Dizgi: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.,Baskı: Çağdaş Matbaacılık Yayıncılık Ltd. Şti.,Ekim 1999
3. www.thevenusproject.com


Mehmet Şerif AKAYDIN
Felsefe Grubu Öğretim
Çukurova Üniversitesi


Zeitgeist 1




Zeitgeist 2 and final