İNSAN VE TARİH BİLİNCİ

İNSAN VE TARİH BİLİNCİ

İnsan zaman içinde yaşayan bir varlıktır. İnsanda “zaman bilinci”nin bulunması da, bu durumun farkında olduğunun göstergesidir. Geçmiş, şimdi ve gelecek, zamanın boyutlarıdır. Şimdi, hem geçmişi hem de geleceği kapsayan bir zaman kesitidir. Çünkü insan Leibniz’in sözlerinde ifadesini bulduğu şekliyle, “geçmişin yükünü taşıyan ve geleceğe yönelen” bir varlıktır. İnsanın üç zaman boyutunda birden yaşaması söz konusudur: “Eylemesiyle şimdide, anmasıyla geçmişte, umut etmesiyle gelecekte. Canlı duyumlamaların ve duygulanmaların, şimdiden geleceğe doğru yönelmesiyle birlikte bilincin zamanı, gerçek zamanın tersine, şimdiden geçmişe doğru akabiliyor; geçmişi şimdiye getirebiliyor ve gerçek zamana yerleştirebiliyor. Hatta geçmişi şimdiden daha canlı yaşayabiliyor.”(Nutku 1998: s.45) İnsanı geçmişle gelecek arasındaki konumuyla düşündüğümüzde şunu da söylemek gerekir:”Geçmişteki şimdiler ömrünün bir yarısı, gelecekteki şimdiler öbür yarısı olmak zorundadır.”(Nutku 1998:s.50)



İnsan tarih bilincine sahip olan tek varlıktır. Ancak insanın zamanı, “tarihsel zaman” olarak kavraması, tarih bilincinin doğuşuyla mümkün olmuştur. Önceleri Augustinus’un Hristiyan teolojisi bağlamında ifade ettiği tarih bilinci ve tarih felsefesi, laik bir çerçeveye bürünerek, insanın, kendisine ve dünyaya bakışında rol oynamaya devam etmiştir. “Hristiyanlık, insani varoluşu, başı ve sonu olan bir defalık bir süreç içinde ele almakla, Batı düşüncesindeki tarihsel zaman ve tarihsel süreç kavramlarını ana nitelikleriyle belirlemiştir.”(Özlem 2001: s.32) Tarih bilinciyle birlikte insan, kendi hayatının ve tarihin anlamını ve ereğini soruşturmaya ve sorgulamaya da başlamıştır.



İnsan tarihsel bir varlıktır. Tarih bilinci insana, kendisinin tarihsel bir varlık olduğunu anlama, bunun bilincine varma olanağını vermiştir. “Nereden gelip nereye gidiyoruz?” sorusunun yanıtı, artık tarih bilincinin ışığında aranır olmuştur. Doğal dünyanın bir uzantısı olarak görülen tarihsel/kültürel dünya, tarih bilincinin doğuşuyla birlikte, kendine özgü bir yapısı olan bir gerçeklik olarak görülmüştür. Tarih bilinciyle birlikte insan, hakikati/doğruluğu doğada olduğu kadar, tarihte de aramaya yönelir. Böylece insan kendi kurmuş/meydana getirmiş olduğu tarihsel/kültürel dünyayı bilme ve anlama imkanlarını araştırmaya ve sorgulamaya girişmiştir. Tarih bilincinin gelişiminde önemli bir yeri olan İtalyan filozof ve filolog Vico’ya göre,”biz ancak kendimizin neden olduğu ve kendimizin yaptığı şeyi doğru ve temelli olarak bilebiliriz.(...)Doğayı yaratmadığımıza, tersine yaratılmış bir şey olduğumuza göre, doğayı doğrudan ve yetkin olarak bilmek bize zorunlu olarak kapalıdır.” Ancak bununla birlikte, tarih ve kültür dünyası hakkında kesin ve doğru bilgiye, hakikate ulaşma imkanı ise insana açıktır. Vco’nun sözleriyle, “Gözlerimizi oldukça uzakta kalmış eski çağlara çevirdiğimizde gözlerimizin önünü örten bulutlarla kaplı bu karanlıkta, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde, şu doğruluğun sonsuz ışığı parıldar: Bu toplumsal-sivil dünya tamamen insanlar tarafından yapılmıştır. Bu yüzden biz dünyanın ilkelerini, kendi özgül insani tinimizin yönelimleri içinde bulabiliriz ve bulmak zorundayız.”(Löwith 2001:s.266-267)



Tarih bilinci “insan doğası”nın sorgulanmasına yol açmıştır. Tarih bilinciyle, “insan nedir?”, “insanın doğası nedir?” gibi soruların yeni bir ışık ve yeni bir bakış açısıyla ele alınması da söz konusudur. İnsanın bir doğa varlığı olduğu, insanın doğası gereği iyi (Rousseau) ya da kötü (Hobbes) bir varlık olduğu şeklindeki görüşler, tarih bilinci açısından sorgulanır olmuştur. Çünkü insanın tarhsel bir varlık olması, belli bir insan doğasından söz etmeyi zorlaştırmakta, önemli bir problematik yaratmaktadır. Çünkü bir şeyin doğasından söz ettiğimizde, değişmeyen, hep aynı kalan ve aynı şekilde tekrarlanan bir yapıyı ya da nitelikleri/özellikleri ifade etmek isteriz. Ama insanın tarihsel bir varlık olduğu düşüncesi, insan doğası kavramının yeniden yorumlanmasını gerektirir.



İnsanın tarihsel bir varlık olduğu düşüncesinden hareketle, değişmez ve genel bir insan doğası anlayışını reddeden en etkili ve kapsamlı yaklaşımı Alman filozof ve kültür tarihçisi Wilhelm Dilthey’da buluruz. Hermeneutik ve tarihselci felsefenin başlıca temsilcisi Dilthey’a göre, “İnsanın ne olduğunu bize yalnızca tarih söyler.” İnsanın “tarihsel bir varlık” olması Dilthey için başlıca iki anlama gelir: 1)İnsanın kendisini yalnızca içgözlem yoluyla değil, ama yaşamın nesnelleşmeleri yoluyla anlayabliriz. 2)İnsanın doğası değişmez bir öz demek değildir. Dilthey’ın sözleriyle, “İnsanın doğasının bütünlüğü yalnızca tarihtedir.”(Palmer 1983:s.16-17) Başka bir deyişle, “İnsanın yaratılarının/nesnelleştirmelerinin önünde yer alan ve bunlardan bağımsız bir genel insan varlığı, bir genel insan doğası yoktur. Tam tersine, insan, ancak ve sadece kendi yaratılarının/nesneleştirmelerinin totalitesi içindeki insandır.”(Bollnow 1995:s.115)



Dilthey’ın ortaya koyduğu düşünce çizgisini 20. Yüzyılda sürdüren önemli İspanyol filozoflardan Ortega y Gasset’ye göre, “İnsan kendi başından geçen şeydir, kendi yaptığı şeydir. Başına başka şeyler de gelmiş olabilirdi, başka şeyler de yapmış olabilirdi, ama gerçekten başına gelmiş olan, gerçekten yaptığı şeyler işte burada, ardı sıra sürüklediği kaçınılmaz bir deneyimler dizisi, (...) Bu yüzdendir ki insanın olabileceği şeylere sınır koymanın anlamı yoktur. Olanaklarının, doğası bulunmayanlara özgü sınırsızlığında, bizi yanıltabilecek, önceden belirlenmiş bir veri olarak, bir tek değişmez çizgi vardır: geçmiş. Yaptığı yaşam deneyimleri insanın geleceğini daraltır. İlerde ne olacağını bilmesek de, ne olmayacağını biliriz. Geçmişi göz önüne alarak yaşarız biz.” Ve Gasset şöyle devam eder: “Sözün kısası, İnsanın doğası yoktur....tarihi vardır. Ya da, aynı kapıya çıkan: Doğa ile nesnelerin arasında ne ilişki varsa, -gerçekleştirilmiş işler olarak- Tarih ile insan arasında da aynısı vardır.” Gasset, Augustinus’un “Tanrının doğası yapmış olduğu şeydir.” Sözünü şöyle değiştirir: “İnsanın da yapmış olduğu şeylerden başka doğası yoktur.”(Gasset 1998: s.107)



Geçmişi yorumlamak da geleceği biçimlendirmek de, ancak tarih bilinciyle olanaklıdır. Tarih bilinci, insanın hem geçmişi yorumlamasında, hem de geleceği kurmasında, ona yön vermesinde rol oynamaktadır. Tarihi, kendi değerleri, amaçları ve eylemleriyle kurduğunun bilincine varan insan, geleceği de kendi idealleri ve beklentileri yönünde aynı bilinçle belirlemek ister. Tarih bilinci, insanın tarihsel sürece bilinçle katılma imkanı anlamına gelir. Ama elbette bireyin, tekil insanın tarihe istediği yönü tümüyle vermesi mümkün değildir. Tarih insanların yaptıklarıyla oluşmuş olsa da, bu oluşan şeyde bireylerin amaç, niyet ve özlemleriyle uygun düşmeyen ve örtüşmeyen gelişmeler de oldukça fazla yer alır. Çünkü “İnsanın, kendi düşünce ve emeğiyle yarattığı ve bir kez yaratıldıktan sonra tekil insandan bağımsızlaşıp nesnelleşen simgesel yapılar olarak, devlet tipleri, sanat anlayışları, bilim paradigmaları, felsefe tipleri içerisinde, kendisinin oluşturduğu bir dünya, “tarih ve kültür dünyası” dediğimiz bir dünya içinde yaşar.”(Özlem 1999:s.199) Ancak insan tarihselliğinin farkında olmayabilir ya da unutabilir. “Bu taktirde o sadece fiziksel zamanı yaşar, tarihsel zamanı ve tarihselliği değil. Yine de o, farkında olmasa da, kendi oluşturmuş olduğu tarihselliğin koşulları” içinde bulunmaya devam eder.(Özlem 1999:s.205)



Tarihte insanı, onun başarı ya da başarısızlıklarını, yükselişlerini ya da düşüşlerini gördüğümüz için, tarih üzerine düşünmek, aynı zamanda insan üzerine düşünmek demektir. Bundan dolayı insanı düşünürken, insanın değerlerini ve eylemlerini anlamaya çalışırken, belli bir tarih felsefesine ve tarihsel bir bilince dayanmıyorsak, düşüncelerimizde hep bir eksiklik ve temelsizlik söz konusu olacaktır. Tarihselliğe dayanan insani varoluşu, bu temeli göz ardı ederek anlama olanağını bulmak mümkün görünmemektedir.(Günay 2000:s.115-116)



Tarih bilinci, bilincin tarihselliğini de içerir. Tarih bilinci insanın kendisini tarihsel bir varlık olarak kavramasının yanısıra, kendi aklına, akılsallığına ve bilincine de tarihsel bir yaklaşımla yönelmesini sağlamıştır. Tarih bilinciyle birlikte insan, kendini ve dünyayı düşündüğü ve ifade ettiği kavramların, yöntemlerin ve bizzat bilincinin de tarihselliğin bir ürünü olduğunun farkına varmıştır.



Bizde tarih bilinci ne durumdadır? Tarih bilinci gelişmemiş insanların ve toplumların, bazı güçlü ülkelerin ve eğilimlerin dayatmacılığına maruz kalmaları ve direnme imkanı bulamamaları da söz konusudur. Özellikle “küreselleşme”(globalleşme) gibi kavramların sorgusuz sorusuz kabullenilmeye ve genel geçer kılınmaya çalışıldığı günümüz dünyasında, tarh bilincinin varoluşsal bir önemi vardır. Bu noktada şu soruyla yazımı bitirmeyi yerinde buluyorum: “Acaba bizim insanımız ve ülkemiz tarih bilinci açısından nasıl bir durumda bulunmaktadır?” Geçmişimizi yorumlamada ve geleceğimize yön vermede, bu soruya vereceğimiz yanıt hiç kuşkusuz çok önemlidir.




Mustafa Günay



NOTLAR VE KAYNAKÇA

*Otto F. Bollnow, “İfade ve Anlama” Çev. Doğan Özlem, Hermeneutik (Yorumbilgisi) Üzerine Yazılar içinde, Ark yayınları 1995.

*Ortega y Gasset, Tarihsel Bunalım ve İnsan, Çev. Neyire Gül Işık, Metis yayınları, 1998.

*Mustafa Günay, “Akıl, Aydınlanma ve Tarihsellik”, Bedia Akarsu Armağanı içinde, Edit. D. Özlem-B. Çotuksöken, İnkılap yayınları 2000.

*Karl Löwith, “Vico”, Tarih Felsefesi içinde, İnkılap yayınları 2001.

*Uluğ Nutku, İnsan Felsefesi Çalışmaları, Bulut yayınları 1998.

*Richard E. Palmer, Hermeneutics, Interpretation Theory in Schleiermacher, Dilthey, Heidegger and Gadamer, Nortwestern University Press, 1983.


*Doğan Özlem, Hermeneutik (Yorumbilgisi) Üzerine Yazılar, Ark yayınları 1995.


*-----------------, Siyaset, Bilim ve Tarih Bilinci, İnkılap Yayınları 1999.


*-----------------, Tarih Fesefesi, İnkılap Yayınları 2001

NoT: DÜNYA KİME AİTTİR? Adlı kitabımdan bir yazı, Solfej Sanat Yayınları, 2005.