Kant Bize Sesleniyor!Aklın Sorumluluğunu Yerine Getir Etik Davran

Kant Bize Sesleniyor!Aklın Sorumluluğunu Yerine Getir Etik Davran


Felsefe kitaplarında mevcut olan etik teorilerini ana hatlarıyla ikiye ayırabiliriz. Davranışların sonuçlarına göre şekillenmiş teoriler ile davranışları başladıkları ilkelere bakarak değerlendiren teoriler. Birinci kategoriye giren teoriler, etik eylemleri, ürettikleri yarar ve zarar ölçütüne göre değerlendirirler. Yararın genel olması, kalıcı, hacimli ve yüksek kalitede olması o eylemin etik eylem olarak nitelenmesinde önemli faktörlerdir.

İkinci kategorideki etik teorilerin en kapsamlı ve gelişmiş olanı Immanuel Kant'ın geliştirmiş olduğu "ödev ahlakı" teorisidir. Bu teoriye göre pratik aklın yapısında "a priori" olarak ahlaksal bir kanun mevcuttur. Bu kanun şöyle ifade edilebilir: "Öyle bir ilkeye dayanarak hareket et ki bu ilke tüm insanlar için geçerli bir prensip olsun." Kant'a göre her ahlaksal eylemimizde bu eylemi yönlendirecek subjektif ilkemizi sorgulamalıyız. Acaba bütün insanlar bu ilkeyle hareket edebilirler mi? Bu ilke herkes için geçerli olabilir mi? Yoksa herkes uygularsa bazı sorunlara mı yol açar? Sonunda bu sorun bana kadar gelebiliyor mu? Bu sorulara sağlıklı cevaplar verilebiliyorsa, o ilke ve onun yönlendireceği eylem doğrudur; yoksa o ilke ve eylemden vazgeçmek gerekir.

Kant'a göre aklın özündeki bu ilkenin varlığına her insanın farkında olduğu sorumluluk duygusu sayesinde ulaşabiliriz. Bu sorumluluk duygusu aynı zamanda eylemlerimizde özgür olduğumuz sonucuna da bizi götürür. Bu sebeple, ahlak kuralları için dışardan herhangi bir kaynağa başvurmaya gerek yoktur. Hatta böyle bir olası dış kaynaktan etkilenerek bir ahlaksal eylemde bulunmuşsak, bu eylem, biçim olarak etik bir görüntü verse dahi, prensip olarak, özgür aklımızın "ahlak kanunu"nu nazarı itibara almadığı için ahlaki sayılmaz. Başka bir deyişle aklın özünde mevcut olan bu "ahlak kanunu"nu gözardı edip herhangi bir vesileyle bir ahlaksal eylemde bulunmuşsak bu eylemde özgür değil bağımlı davranmışızdır, dolayısıyla bu eylem ahlaksal vasfını yitirmiştir. Güzel ahlakı emreden dini emirler de bu dış kaynaklardan biridir. Bu ölçüte göre inanan bir insan, dinin emirlerini yerine getirmek adına ahlaklı davranırsa, aslında bu davranışında ahlakın şartını yerine getirmiş olmaz.

Ahlak teorilerinde ortaya çıkan en büyük zorluklardan biri "erdem" ile "mutluluk" arasındaki ilişkidir. Aristoteles'e göre insanoğlunun en nihai amacı mutluluktur. Tüm davranışlar ona ulaşmak içindir. Mutluluk amaçların amacıdır. Bu sebeple ahlaksal eylemin de mutluluğa yol açması gerekir. Aristoteles, bu tezini ispatlamak için, etik üzerinde yazdığı üç eserinde eski Yunan kültüründe mevcut olan erdemlerin nasıl "başarılı ve mutlu" insanın vasıfları olduğunu anlatmaya çalışır.

Kant'a göre ise mutluluk adına icra edilen etik eylemler ta baştan sakattır. Çünkü pratik aklın temel 'ahlak kanunu' gözardı edilmiş, irade dışardan yönlendirilmiştir. Mutluluk, herhangi bir şekilde eylemi yönlendiren düşünceye (ilke) bulaşmışsa bu eylem patolojik bir durum arz eder ve saf ahlaksal olma şartını kaybeder. Sonuç olarak Kant'a göre ahlaklı insan erdemleri gereği mutlu olması gerekir denilemez. Hatta çoğu zaman mutsuzdur.

Ahlaksal eylemin iradeye hükmeden "ahlak kanunu"nun ötesinde bazı temel inançlarla ilgisi vardır. Kant'a göre ahlaksal eylemin insan yaşamında mükemmelliğe doğru bir dinamizm içerisinde olabilmesi için, üç temel olasılığı göz önünde bulundurmak gerekir. Bunlar "özgürlük", "ruhun ölümsüzlüğü" ve "Tanrının varlığı" kavramlarıdır. Kant bunlara "teorik aklın ideaları" der. Teorik aklın, bu üç şeyin ispatına gücü yetmez. Ancak yok olduklarını da ispatlayamaz. Bu "idea"ların yani akıl mahsulü bu düşüncelerin var olabilecekleri, pratik aklın alanı ile ilgilidir. Ahlaksal eylemimin tutarlı ve mükemmelliğe doğru seyredebilmesi için başta özgür olmam gerekir; sonra bu mevcut yaşamımda mükemmelliğe erişemeyeceğim için ruhumun ölümsüz olması gerekir. Daha sonra "bütünsel iyilik"e "hayr-ı mahz" kavuşmam için Tanrı'nın varolması gerekir. Çünkü "bütünsel iyilik"in iki temel unsuru vardır. Bunlar yüce ahlak ve mutluluktur. Yüce ahlak mutluluğun sebebidir. Yani insan ahlak ve ulaştığı erdemler mertebesinde mutluluğu hakeder. Bu mutluluğu ona verecek olan da Tanrı'dır. Çünkü dünya hayatında hakedilmiş mutluluklar çoğu zaman yaşanmadığı gibi bazen hakedilmemiş mutluluklar yaşanmaktadır. Bu nedenle Tanrı'nın varolması gerekir.

Kant, bilgimiz ile bir türlü kavrayamayacağımız bu üç kavramı pratik aklın postülatları olarak adlandırır. Yani teorik bilgimizle hiçbir zaman ispat edemeyeceğimiz ve özlerinin ne olduklarını bilemeyeceğimiz bu kavramları ancak postülat olarak kabullenebilir veya inanabiliriz. Çünkü ahlaksal eylemin tutarlılığı ve anlam kazanması için bu inançlar gereklidir.

Kant'ın ahlak felsefesinden çıkaracağımız sonuç şudur: İnsan etik bir misyonla yükümlüdür. İnsanın bu dünya yaşamındaki nihai amacı, mutlu olmaya çalışmak değil, ahlaki görevini yerine getirmektir. İnsan, sadece bu yönüyle doğadaki diğer tüm canlılardan ayrılır. Bu, akıl sahibi olmanın gerektirdiği bir yükümlülüktür.

PROF. Yasin Ceylan
ODTÜ FELSEFE
Categories: