ŽIŽEK’İ SAVUNMAK YA DA ELEŞTİRİNİN NİTELİĞİNİ SORGULAMAK

Gün Zileli, 2 Ağustos’ta Özgür Üniversite web sayfasına eklenen “Žižek ne yaptı?” başlıklı yazısında, Žižek’in aslında pek bir şey söylemediğini ama cüretkar olduğunu ve anlaşılmadığı için üzerinde durulan (‘dikkat ve ilgi çeken’) bir filozof olduğunu savunuyor. Kendi adıma Žižek hakkında böyle bir yargıya varmak da bir ‘cüretkarlık’, yani Zileli ‘cüretkar’ bir iş yapmış. Ancak bunu eleştirinin altını pek doldurmadan, felsefi alt yapıyı görmezden gelerek (veya bilerek göstermeyerek) son derece sığ biçimde yapmış. Eleştirinin böyle yapılması, eleştiri yapanın bakış açısı kavrandığı takdirde sarih olarak anlaşılabilir. Bu bakış açısı incelenmeli ama önce eleştirinin niteliği üzerine birkaç söz.

Zileli’nin Žižek eleştirisi 2009 yılının 13-15 Mart tarihleri arasında Londra’da yapılan ‘Bir İdea Olarak Komünizm’ kongresinin kitaplaştırılmış halindeki Žižek sunuşu üzerinden şekillenmekte (Aslında bu metin Žižek’in sunumunun biraz değiştirilmiş hali. Žižek’in sunum metni Cogito’nun 62. Sayısında hem İngilizce olarak hem de Selim Karlıtekin’in özenli çevirisi halinde bulunabilir. Tabii burada konu bu değil, sadece bilgi olarak vermek istedim. Muğlak Žižek orijinal metinde belki biraz da olsa Zileli’nin aradığı netliğe kavuşabilir!). Bu eleştiriyi temellendirmeden önce ise konferansa katılan filozofların kekelediğinden bahsetmekte. Filozofların ayrı tellerden çalması mevzuundan bahseden Zileli’nin filozoflardan ne beklediğini anlamak oldukça güç. Bir kurtuluş reçetesi mi bekliyor, yoksa her biri soru sorma ve sorgulama görevlerini layıkıyla yerine getiren filozoflardan ‘ayakları yere basan’ ‘somut’ öneriler mi bekliyor? Eğer böyle bir şey bekliyorsa bu ne konferansın amacı ne de filozofların görevidir.
Burada parantez açıp ‘felsefe nedir?’ sorusunu sormak gerekli. Çünkü felsefenin ne olduğunu bilirsek filozoftan da ne beklenilebileceğini, ne beklenilmesi gerektiğini bulabiliriz. Felsefeyi Deleuze iki şekilde tanımlıyor; bilgeliği ve hakikati arayış, kavram yaratma. Deleuze’e göre birinci tanım yani bilgelik ve hakikat arayışı felsefe için artık bir tanım olarak kullanılamaz. Aliye Kovanlıkaya’nın Deleuze’ün “Leibniz üzerine beş ders” kitabına yazdığı önsözde belirttiği gibi Deleuze’e göre “Felsefe kavram yaratmaktır. Filozof yaratandır, aynı sanatçı gibi. Nasıl ki ressam çizgi ve renklerle yeni renkler ve çizgiler yaratırsa, filozof da kavramlarla yeni kavramlar yaratır. Çizgiler, renkler, kavramlar. Hiçbiri verili değildir; hepsi verili olan akışı keserek, dondurarak, sabitleyerek yaratılmış ürünlerdir” (Deleuze, 2007: 7).Öyleyse verili olanı değiştirme, dönüştürme faaliyeti olarak felsefede kekeleme durumu mümkün olamaz ki. Böyle bir durum felsefenin niteliği ile çelişir. Tabii burada İdea’nın da tanımlanması gereklidir. Ne de olsa konferanstaki sunumlar komünizm İdea’sı üzerine. Badiou’nun (2011: 15) tanımıyla “bir İdea, bir hakikat prosedürünün tekilliği ile bir Tarih temsili arasındaki etkileşimin öznelleştirilmesidir.”Ayrıca ideanın bir temsil olduğunun da farkında olmak gerek. Spinoza’nın idea anlayışı yol gösterici olabilir. Deleuze’un “Spinoza üzerine onbir ders” çalışmasındaki birinci derste söylediği gibi Spinoza açısından idea, herkesin anladığı gibi, “bir şey temsil eden düşünme tarzıdır. Temsil edici bir düşünme tarzı” (Deleuze, 2008: 14). Yani komünizm ideası komünizmi temsil eden düşünme tarzıdır. Nesnel gerçekliği, ne kadar temsil ettiğine bağlıdır. Komünist yaşamı ne kadar temsil ettiğine. Konferansta filozofların yaptığı, ‘çizgi ve renklerle yeni çizgi ve renkler yaratırken’ temsili güçlendirerek nesnel gerçeklik sunmaktır.
Filozoflar kekelemiyor, aksine komünizme dair kendi perspektiflerini sunuyorlar ki elbette perspektiflerinde (kavram yaratımlarında) farklılıklar var. Filozoflar bu farklılıklara bağlı olarak farklı politik radikalizmler öne sürmektedirler. Ayrıca bu farklılığın ortaklaştığı bir düşünme çeperi söz konusu: “’Komünizm’ radikal özgürleşme projelerini ifade etmek için kullanılması gereken isim midir hala? Konferans katılımcıları, farklı perspektif ve projelerden gelmelerine rağmen, ‘komünizm’ ismine sadık kalınması gerektiği tezini paylaşıyorlardı” (Badiou, Žižek vd., 2011: 9). Komünizm bir kavram ve pratik-siyasi referansı da içinde bulunduran, ortaklaşılan bir tahayyül olarak ele alınmakta. Ve bu Badiou’nun dediği gibi bir ideaya tutunmak bir hipoteze tutunmaktır. Bu konferans çağrı metninde de dile getirilmiştir: “Bugün çok daha radikal bir soruşturma elzemdir-bu konferans, komünizmi felsefi bir kavram olarak ele alan filozofların bir araya geldiği bir toplantıdır. Esaslı ve sarih bir tez müdafaa edilecektir: Platon’dan itibaren, bir filozofa layık tek siyasi düşünce Komünizmdir” (Cogito, 62: 173) ve bu siyasi düşünceye ihtiyaç her geçen gün artmakta. Çünkü “bu yeni koşullar altında [11 Eylül, 1990 ütopyası, 2008 Krizi vs.] yapılması gereken, sadece yeni stratejiler üzerine kafa yormak değil, aynı zamanda özgürleştirici politikaların en temel koordinatlarını radikal biçimde yeniden düşünmektir” (Cogito,62: 172). Nancy, Negri, Ranciére, Vattimo ve diğerleri. Radikal biçimde yeniden düşünmede hangisi ne konuda kekeliyorlar. Eğer kekeledikleri iddia ediliyorsa bunun temellendirilmesi , neyin kekelemek olarak nitelendirildiğini belirtmek lazım. Kavram ve siyasi-pratik olarak ele alınan Komünizm ideasında filozof kekelemesi nasıl olur, olabilir acaba? (Her bir filozofun metinlerindeki tezler ayrı ayrı ele alınarak kekemeliğin nerede olduğu sorulabilir ancak bu hem bu eleştirinin sınırları dışındadır hem de eleştiriyi bağlamından kopartacak bir uzunluk yaratır.)
Şimdi Zileli’nin bakış açısına geçebiliriz. Zileli nereye nasıl baktığını net bir şekilde, verdiği Žižek kitabı referansı ve Žižek’ten yaptığı alıntıyla belli ediyor. Kitap “Stalinizm ya da Stalin insanın insanlığını nasıl kurtardı” (Encore yay.) [Bence Zileli ‘cüretkar’ ve ‘anlaşılmayan’ Žižek’i diğer kitaplarında daha kolay bulabilirdi. Örneğin “İdeolojinin Yüce Nesnesi” (Metis yay.), “Kırılgan Mutlak” (Encore yay.), “Paralaks” (Encore yay.) veya “Yamuk Bakmak” (Metis yay.) çok daha işlevsel Zileli’nin anlayışı için]. Zileli belirli bir dert ile kitap okuması yapmış, bu dert de elbette Stalinizm ve Leninizm eleştirisi üzerine (şimdiden söylemeliyim ki kesinlikle Stalinizmi veya Leninizmi hoş göstermek veya savunmak gibi bir saik ile hareket etmiyorum. Sadece Zileli’nin Žižek okumasını göstermeye çalışıyorum). Elbette bir şeyi dert edinip ona göre okumalar yapmak son derece doğal, hatta gerekli. Çünkü bazı şeyler inatla, sürekli ve sürekli olarak dile getirilmeli. Ancak bunu yaparken dikkatli olunmalı. Böyle bir okuma çalışmanın çoklu bağlantılarını fark etmeyi engelleyebilir ve son derece sığ bir yoruma sebep olabilir. Ayrıca eğer bir yazar, ressam, heykeltıraş veya filozof hakkında hüküm veriyorsanız bunu yaptığı bütün işlerden hareketle yapmalısınız. Yazarın bir kitabını okuyarak edebiyat eleştirisi yapılamayacağı gibi ressamın bir resmi üzerinden de sanat eleştirisi yapılmaz, yapılmamalı. Zileli Žižek eleştirisi yaparken bunu dikkate alarak, sağlam bir temellendirme yapsaydı daha iyi olurdu.
Žižek’in konferans metnine gelirsek. Bir makale, sunum veya kitap olarak metnin bütünlüğünü parçalamak, sadece işine yarayacak olan bölgeyi bağlamından kopararak çekip almak çarpıtmadır ve kendi amacına uygun olarak metni bükmektir. Zileli Žižek’in metnine tam da bunu yapmış. Yirmi sayfalık metinde (tabii ki işine yarayan) çok küçük bir kısmı alıntılayarak Žižek üstüne yargılarda bulunmuş. Bağlamı üzerine düşünmeye gerek yok herhalde. Olsun. Biz yine de bağlamını bulmaya çalışalım.
Zileli, Žižek’in Lenin’deki Beckett’i, “Bir daha dene. Bir daha yenil. Daha iyi yenil” tonunu kimse daha iyi yenilmek için mücadele etmez, umut varsa harekete geçilir diyerek geçersiz bir saçmalık olarak görmüş (aslında Lenin’deki bu tondan bahsetmeyerek, kendisi için önemli olan paragrafta kalmış. Metindeki bağlantısını atlamış. Burada Lenin’e referans olduğunu, dağcı benzetmesiyle alakalı olduğunu belirtmiş olalım). Öncelikle en baştan başlamanın anlaşılması gerekli. Evet Žižek Lenin’e referansla kurguluyor ve diyor ki “sırf o zaman kadar kazanılmış olanları güçlendirmek için ilerlemeyi yavaşlatmaktan bahsetmediğini, kesinlikle başlangıç noktasına geri dönmekten bahsettiğini açıkça ortaya koyuyor: ‘Baştan başlanmalıdır’, önceki girişimde başarıyla ulaşılmış olunabilecek zirve noktasından değil” (Žižek, 2011: 238). Bu yapılırken ise karşı argümanlar sunarak sizi baştan çıkarmaya çalışanlarla uzlaşmayı reddetmelisiniz ve başlangıç noktasına (komünizm ideasına) geri dönerek farklı bir yol izlemelisiniz: “yani yirminci yüzyılın 1917’den 1989’a dek sürmüş devrimci döneminin ‘temelleri üzerine çıkmak’ değil, başlangıç noktasına ‘geri dönmek’ ve farklı bir yol izlemek gerekiyor” (Žižek, 2011: 239).
Burada Badiou’nun komünist hipotezine bakmakta yarar var. Zira bunlar birbirini tamamlıyor. Badiou komünist hipotezi eşitsizliği ve işbölümünü ortadan kaldıracak kolektif bir örgütlenme olarak tanımladıktan sonra genel bir tasavvurlar birlikteliği halinde oluştuğunu belirtiyor. Komünist hipotezde iki sekansın yaşandığını [birinci sekans komünist hipotezin ortaya çıkışı: 1792 (Fransız devrimi-1871 (Paris komünü), ikinci sekans komünist hipotezin gerçekleştirilmesine yönelik başlangıç hamlesi: 1917 (Bolşevik devrimi)-1976 (Kültür devrimi sonu)] ve artık üçüncü sekansta olduğumuzu iddia ediyor. Üçüncü sekansta ikinci sekansın araçlarının artık kullanılamaz olduğunu savunmaktadır. Üçüncü sekansta, kapitalizmin ‘tek dünya’ söyleminin karşılığı olmayan bir yapıya sahip olduğunun farkındalığıyla tek dünyayı yaratmamız gerektiğini, bunun için ise herkesin aynı dünyaya ait olduğu bilincinin ve kimliklere saygı duymanın önemli olduğunu vurguluyor. İşte burada geçmiş sekanslardaki deneyimleri öğrenerek aşmak, yeni sekansa uygun müdahale ve mücadele alanlarını tanımlamak, tanımlayarak olanaklılaştırmak gerekiyor.
Žižek de kendi perspektifinden bir tanımlama yapıyor. (Badiou’nun üçüncü sekansına denk gelen dönemdeki) Küresel kapitalizmin sürekli ve bitmek bilmez yeniden üretimini engelleyecek karşıtlıkları içerisinde barındırdığını, bunlara karşı çıkmanın komünizm mefhumunu yeniden kullanmayı haklı çıkardığını belirtiyor. Dört tane karşıtlık olduğunu söylüyor: “Ufukta belirmiş ekolojik felaket tehdidi, özel mülkiyet kavramının ‘entelektüel mülkiyet’ için kullanılmasının uygunsuzluğu, yeni teknolojik-bilimsel gelişmelerin (özellikle de biyo-genetik alanındaki gelişmelerin) sosyo-etik sonuçları ve son olarak yeni apertheid biçimleri, yeni Duvarlar ve gecekondular” (Žižek, 2011: 241). Bunların (ortak alanların) kapatılmasının, kendi özlerinden farklılaşarak insanları proleterleştirdiği (Badiou’dan farklı olarak) ve böyle bir ortamda proletaryanın durumu kavramından vazgeçilmemesi gerektiğini söylüyor. Ancak bu proletarya zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan imgesinin ötesinde: “Bu yüzden de yeni özgürleştirici siyaset artık özel bir sosyal amilin eylemi olamaz; farklı amillerin patlayıcı bir bileşimi olabilir. Bizi birleştiren şey, o klasik ‘zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan’ proleter imgesi değil, tam tersine her şeyi kaybedecek olmamızdır” (Žižek, 2011: 242). Daha sonra ise çok önemli bir hatırlatma yapıyor; ortak alanların tekrar insanlara verilmesi komünizm olmadan da, otoriter-cemaatçi bir yönetimle mümkün olabilir. Bu nedenle “komünizm, eşitlikçi kolektif yerine dayanışmacı organik bir cemaati öneren sosyalizme karşıt olmak durumundadır” (Žižek, 2011: 243). “Gelecek komünist olacaktır… ya da sosyalist” (Žižek,2011: 243). Ayrıca Žižek dışlanmışların temsil ettiği evrensellik ile demokrasi arasındaki bağın önemli olduğunu ve geçiş için geçmişte yapılan müdahalelerin muhasebesinde bu müdahalelerin İdea’yı ayakta tutan bir özelliğe sahip olduğunu da dikkate almamız gerektiğini belirtiyor. Mesela Kültür Devrimi okumasını bu bağlamda yapıyor: “Kültür Devrimi’ni bir Olay, ebedi bir niteliği olan eşitlikçi Adalet İdea’sının gerçekleştirilmesi olarak okursak Kültür Devrimi’nin nihai olgusal sonucu, feci başarısızlığı ve yakın dönemdeki kapitalist patlamaya geri dönmesi, Kültür Devrimi’nin ebedi İdea’sı sosyo-tarihsel gerçeklikteki yenilgisinin ardından ayakta kalır; gelecek kuşakların yakasına yapışan, bir sonraki dirilişini sabırla bekleyen, başarısız olmuş ütopya hayaletlerinin yer altı hayatını sürdürmeye devam eder” (Žižek, 2011: 245). Kültür Devrimi’ne ve Ekim Devrimi’ne ilişkin görüşünde Žižek, Hegelci bir biçimde “devrimci patlamayı nihai sonucuna indirgemekten uzak durarak onun evrensel ‘ebedi’ anını tam anlamıyla teslim ettiğini” (Žižek, 2011: 246), açıkça dile getirmektedir. Çünkü böylece nihai sonuç olarak başarısız olsa da idea olarak sürekli var olur, “tekrar geri dönen hayalet gibi…sonsuz bir ısrarla: ‘Bir daha dene. Bir daha yenil. Daha iyi yenil’” (Žižek, 2011: 246).
Belki bu haliyle komünizm hala bir ufuk olarak varlığını sürdürüyor, ancak bu komünizm ideasından vazgeçmeyi gerektirmez. Ayrıca Žižek’te bu ufuk hali, Marksizm’deki eskatolojik tarih anlayışı sonucunda ortaya çıkan tarihsel bir zorunluluk, mutlaka ulaşılacak nihai son değildir. Aksine Žižek’te bu ufuk ulaşılması için müdahale ve mücadele edilmesi gereken bir hedeftir. “Bizim işimizi bir başkasının yapmasını beklemek bir bakıma eylemsizliğimizi rasyonalize etmektir” (Žižek, 2010: 217). Bu nedenle “Jakoben-Leninist” paradigmadan bir nebze almak gerekli ki bu komünizmin değişmezleri temelindedir sadece, ötesinde değil. Bunlar ise “katı eşitlikçi adalet, disipline edici terör, siyasi gönüllülük ve insanlara güven” (Žižek, 2011: 247). (Belirtmeliyim ki ben de burada Zileli gibi Žižek’in disipline edici terör ile neyi kastettiğini anlamadım. Herhalde Žižek terör kavramının ne kadar amorf ve zehirli olduğunu, Batı’nın Doğu’ya bakışında nasıl kullanıldığını, düzenin ihtiyaç duyduğu savaş ortamını yaratmada nasıl işlevselleştirildiğini pekala biliyordur. Ancak kavramı bunlara rağmen kullanmış. Komünizm ideasında ‘terör’. Çelişkinin ötesinde bir durum söz konusu. Ama bu durum Žižek metni üzerine toptan bir reddiyeyi, en azından benim için mümkün kılmıyor). Ulaşılması gereken olarak komünizmde, İdea olarak, Žižek’e göre bu dört kavram dikkate alınmalıdır. Burada Leninizm veya Maoizm’de bu dört kavrama tam olarak uyulduğu söylenmiyor; uygulamada olmayabilir ama İdea’da bu kavramlar var ve olması gerekli. Elbette bu deneyimlerin (Badiou’nun sekansları veya Žižek’in Kültür Devrimi ve Ekim Devrimi örnekleri) eleştirilmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü uygulamada beklentilerin gerçekleşmemiş olması kırılmayı, başarısızlığı yaratan sebeptir. Žižek de ebedi İdea’nın sürekli yenilgisinden bahsetmekte. Ancak eleştiri perspektifinin (ve eleştirilere karşı savunmanın) dikkate aldığı ve almadığı görme biçimlerinin üzerinde durulması gerektiğine dikkat eder. Olumsuzlama üzerine kurulan karşı kuvvet, olumsuzladığı durum ortadan kalktığında kendi varlık nedeni de ortadan kalkacağı için kendini yok eder. Bu nedenle bunun ötesinde bir şey yapılmalıdır:
“İşte bu yüzden, komünist İdea’yı yeniden harekete geçirmek istiyorsak kapitalizme odaklanmamız önemli: Bugünkü ‘dünyasız’ dinamik kapitalizm, komünist mücadelenin koordinatlarını kökten değiştiriyor; düşman artık semptomal bükülme noktasından vurulması gereken Devlet değil, sürekli bir kendi kendine devrim akışı. Buna bağlı olarak Devlet ile siyaset arasındaki ilişkiyle ilgili olarak iki aksiyom önermek istiyorum. 1) Komünist Devlet-Parti siyasetinin başarısızlığı her şeyden önce ve esasen devletçilik karşıtı siyasetin, Devlet’in sınırlamalarını kırma, devletçi örgütlenme biçimlerinin yerine ‘doğrudan’ temsil edici olmayan kendi kendine örgütlenme biçimlerini (‘konseyleri’) geçirme girişimlerinin başarısızlığıdır; 2) Devlet yerine neyi geçireceğinize dair bir fikriniz yoksa Devlet’ten çıkma/çekilme hakkınız da yoktur. Asıl görev, Devlet’ten uzaklaşıp ona bir mesafe almak yerine, Devlet’in devletçi olmayan bir biçimde işlemesini sağlamak olmalıdır” (Žižek, 2011: 249).
Devlet iktidarını almamak, aksine bu iktidarı ters çevirmek, ilişki ağlarını kökten değiştirmek. İşte hedeflenen bu. Bunun için ise olması gereken, Bülent Somay’ın ifadesiyle karşıtını ortadan kaldırırken kendi varlığını da ortadan kaldıran tek devrimci sınıf olan proletaryaya bu görevi vermektir. Daha doğrusu proletarya bu görevi yapabilecek tek sınıftır. Tabii buradaki proletaryanın zincirlerini değil herşeyini kaybedecek bir eyleyen olduğunu akılda tutmalıyız. Böyle bir müdahalenin eksikliğinde yapılan mücadeleler yeni bir hakimiyet alanı yaratır. Sistemin bu mücadeleleri massetmesi, temel yapıya müdahale edilmediği takdirde mümkündür ki bu sisteme daha da güçlendirecek bir esneklik, plastiklik katar. “1968’deki protestolar mücadelelerini kapitalizmin üç temel direği olarak algılanan alanlara yönelttiler: fabrika, okul, aile. Bunun sonucunda her alan post-endüstriyel dönüşüme tabi oldu: Fabrika işi giderek taşeronlaştı ya da en azından gelişmiş dünyada post-Fordist hiyerarşik olmayan interaktif ekip çalışması temelinde örgütlendi; daimi esnek özelleştirilmiş eğitim giderek genel kamusal eğitimin yerini alıyor; çok çeşitli esnek cinsel düzenleme de geleneksel ailenin yerini alıyor. Sol, zafer kazandığı anda kaybetti” (Žižek, 2011: 253).
Ufuk olarak komünizm. Ufuktadır çünkü en iyi yaşam koşullarını (nedir en iyi yaşam koşulları!) mümkün kılacak, bireysel ve toplumsal bir var oluş halidir. Her zaman daha iyisi için tekrar ve tekrar geri dönen bir hayalet olarak komünizm İdea’sı. Žižek kendi perspektifinden, çizimlerinden, renklerinden kendine göre bir yeni renkler, çizimler, spektrum yaratmış. Felsefeyi yanında hayaleti ile tekrar sahneye çağırmak. “Somut” eylem önerisi (“soyut” eylem önerisi!) sunmayan, gündelik yaşama “doğrudan” müdahale etmeyen felsefeyi, bu sebeple kendini değersiz gören logosa inat tekrar çağırmak. Bu çağrı gerekli, çünkü etkili ve sürekli bir değişim-dönüşüm için tahayyülün genişlemesi lazım. Tahayyülü genişletmek için felsefe, Žižek’in yaptığı tam da bu. Bunu yaparken ise ne Zileli’nin üzerinde durarak ima ettiği biçimiyle Leninizm övgüsü yapmış ne de saçmalamış. Tam tersine olabildiğince kendi perspektifini anlaşılır kılmaya çalışmış, geçmiş deneyimlerden başarısızlık olarak bahsedebilmiş (tabii bunların İdea üzerindeki etkisini de dikkate almış) ve kendine göre neden en baştan başlamak gerektiğini özetlemiştir. Bu Badiou’nun ilk iki sekansın vadesinin dolduğu, bu iki sekanstaki araçların artık işlevsel olmadığına yorumuyla uyumludur. En baştan başlamanın gerekliliği. Bir de kesinlikle kekelememiş. Her Leninizm’i öven yerden bir şeyler çıkarmaya çalışmak, Stalinizm ile ilgili doğrudan kötüdür demediği için anlaşılır görmemek, üstelik de bunları okumayı layıkıyla yapmadan temellendirmek sanırım Zileli’nin Žižek eleştirisinin temeli olmuş.
Ne yaptın Žižek!

KAYNAKÇA
BADIOU, Alain; “Komünizm İdea’sı” Bir İdea Olarak Komünizm içinde, Çev. Ahmet Ergenç ve Ebru Kılıç, Ayrıntı Yay. İstanbul, s.12-27, 2011.
DELEUZE, Gilles; Leibniz Üzerine Beş Ders, Çev. Ulus Baker, Kabalcı Yay. İstanbul, 2007.
DELEUZE, Gilles; Spinoza Üzerine Onbir Ders, Çev. Ulus Baker, Kabalcı Yay. İstanbul, 2008.
“Komünizm Fikri Üzerine- Konferans Çağrı Metni” Cogito, sayı: 62, s.172-173, 2010.
ŽIŽEK, Slavoj; “En Baştan Başlamak” Çev. Selim Karlıtekin, Cogito, sayı: 62, s.183-221, 2010.
ŽIŽEK, Slavoj; “Baştan Nasıl Başlanır?” Bir İdea Olarak Komünizm içinde, Çev. Ahmet Ergenç ve Ebru Kılıç, Ayrıntı Yay. İstan
Eren KIRMIZIALTIN